5 Kasım 2010 Cuma

Midilli(Lesvos) - 2

Bu günlerde yazmak ve okumak yapabileceğim yegane şeyler. Önceliği de yazmaya ve bu vesile ile de resimleri toparlamaya, düzenlemeye verdim. Yazmayı düşündüğüm istediğim ne varsa, şu on günde yazarım herhalde. O kadar çok şey birikti ki. Midilli daha bitmemişken, Mont Blanc, Nepal, sırada heyecanla bekliyorlar taze sıcak. Tabii bir de şaraplar var, ooo çok şey varmış hızlıca işe koyulmalı. Haziran'daki Selanik'i de unutmuşum bu arada.
Geçen yazıda Midilli kısa kısa demiştim ama detaylara girince uzun sürdüydü. Şimdi de aynı şekilde devam edeceğim. Nitekim bunlar aynı zamanda benim için zamanın logu oluyorlar, dönüp okudukça hem hatırlıyor, hem tekrar keyif alıyorum.

Efthalou'da kalmıştım en son. Otelin adını not almamış olduğumdan yazamadım, ama sahilde ve güzel bir yerdi. Sabah kalkıp şahane bir kahvaltı yaptıktan sonra günün programını belirledik kısaca ve bir iki resim vs derken, bindik arabamıza, düştük yolumuza.
Aklımızdaki ilk şey Molivos'ta taş evlerde kalacak yerimizi ayarlamak, sonra batı sahiline doğru yol alarak, önce Sigrio, sonra da Eressos'u görmekti amacımız, tavsiyeler üzerine. Bu iki noktada özellikle denizin çok güzel olduğuna dair tüyolar almıştık. Molivos'ta kalacak bir taş ev bulmakta çok zorlanmadık, teyze ile anlaşıp bu bahçeli, limon ağaçlı şirin evdeki odamıza eşyalarımızı atıp şimdilik elveda diyerek arabıma bindik ve Sigrio-Erossos yollarına düştük.
Sigrio'ya giderken yolda enteresan bir şekilde bütün tabelalar bir meydana yönlendiriyordu bizi. En sonunda bu kadar sayıdaki tabelanın hatrını kırmayalım da gidelim görelim şu meydanı dedik. Gerçekten de gidip gördüğümüze değdi. Ortasında devasa bir çınar ağacı olan, her yanı kafe ve restauranlarla dolu, köylülerin, gençlerin oturmuş gölgeliklerde, o rengarenk, tahta sandalye masalarda dinlendiği, yemeğini, tatlısını yediği, tavlasını oynadığı, şirin mi şirin bir yermiş. Burası bizim için hem şahane bir mola noktası oldu, hem de o güzel waffle'ın tadına bakmış olduk. Hıımm pek lezzetliydi. Sonrasında yolumuza devam ettik, Sigrio'ya yaklaştığımızda ünlü 'Lava Path' için bazı bilgilendirme tabelaları gördük, bu gezi benim için yürümeli değil, arabalı gezi olduğu için, belki bir daha ki sefere diyerek fotografını çektim sadece. Çok güzel bir tepeden doğru sahile inmeye başlamıştık artık. Sigrio'da gerçekten çok güzel bir deniz vardı ve burada denizde ilk defa kıpkırmızı bir deniz yıldızı gördüm. O kadar heyecanlanmıştım ki, dönüp dönüp dalıp tekrar tekrar baktım. Belki dalanlar için kırmızı deniz yıldızı görmek çok olağan birşeydir ama benim için pek değil :) Sonra bunun da bir sonu olmadığından sudan çıktım ve Sigrio'ya son bir bakış atıp, kırmızı deniz yıldızına elveda diyerek Erossos yollarına düştük.

Erossos sahil boyu restoran, kafelerle dolu, yeme içme ve yürüme için iyi ve hareketli bir yer. Ama deniz felaket, sahil yok! Hatta kafeler kumun üzerine cumba gibi çıkıntılar yapmışlar. Öyle ki, denizden çıktığınızda birisinin tahta sütunlarına kafanızı çarpabilirsiniz. Öyle yatıp güneşlenecek yer ise hiç aramayın. Yok. Şaka değil. Denize girmemle çıkmam 10 dakikadan uzun sürmedi, şöyle bir dalmam yetti çıkmam için.
Saat itibariyle waffle'ı çoktan sindirmiştik ve açtık o zaman bu kadar yer arasında bir yer bulup deniz böcekleri yiyelim dedik. İlk oturduğumuz yerde,bir türlü sipariş vermeyi başaramadık. Garsonlar bakmamakta ısrarlıydılar, sonra buradan kalkıp daha sakin bir yere oturduk. Sonra gelen yiyecekle buranın neden boş olduğunu anladık :) Gelen karidesler ve balıklar temizlenmemişlerdi! Nasıl olur demeyin öyleydi. Yani kötü bir yemekten sonra, kısmet akşama deyip arabamıza binip şahane gün batımı manzaraları eşliğinde Molivos'a döndük. Demekki neymiş Erossos'tan uzak durulacakmış, Sigrio'dan ayrılınmayacakmış.
Molivos'a evimizde bir güzel duştan sonra attık kendimizi sokağa, burası capcanlı, ışıklı, şen bir yer. Gezecek, görecek, alacak, yapacak çok şey var. Ne güzel. Biraz alışverişten sonra, akşama saklanmış açlığımızı doyurmak için marina'da bir restoran seçtik. Ne iyi yapmışız :)) Şahane ve kocaman karidesler ve yarım kilo kadar kalamar ızgaralar, salatalar şarap ve ekmeklerle donatıldı masamız. Vee çok lezzetliydi hepsi. İnanmayacaksınız ama bir porsiyona konmuş on tane dana boy karides o kadar çok geldi ki kedilerle paylaştık. Bir kaç taneden sonra onlar da yiyemediler :) Bu kocaman yemeğimize de sadece €35 verdik. Şarabımız da ayrı bir lezzetliydi. Denize 50 cm mesafede, balıkları seyredip, sevgili işlemecimiz ve garsonumuzla laflayıp, resimler çekip çekilip, hafif dumanlanıp, günün yorgunluğunu atmak üzere evimize geldik yavaş bir yürüyüşle. Ee sabah vakti dönüş vakti idi. Her güzel şey gibi bu kısa gezinin de bir sonu vardı.
Sabahtan fazlasıyla erkenden iskelede olduk, kahvaltı ve ardından arabayı teslime edip, Fatih abi'ye hoşçakal diyerek feribotla Ayvalık'a döndük. Gümrükte bizi bekleyen arabamıza yerleşip Ayvalık'ta çay tost ve alışveriş molası verdik. 30 Ağustoş için Ayvalık Belediye Bando'sunu dinledik eşlik ettik ve yavaş yavaş yol aldık. Mudanya'dan bindiğimiz feribottan sonra, bir de baktık ki Yenikapı'ya gelmişiz.
Ne güzeldi Ayvalık, Cunda, Midilli...