18 Nisan 2024 Perşembe

YenidenBiz ile Koşuyorum

Hayatta her insanın zorlandığı zamanları vardır ve de muhteşem keyifte güzellikte geçen zamanları. Bunlar dalga halinde gelir geçerler. Ben de birinci fazın içinde yoğrulurken ikinci fazın hasretini çekiyorum. Vuslat tez olur umarım.

Şu üç beş aydır aydır hayat çok zorluyor, her yerden sıkıştırıyor. Sanki bedenime bağlı halatlar var ve farklı yönlerden çekip sıkıştırıp canımı yakıyor. Halatlar kanatıyor.

Tüm bunların içerisinde akıl ve beden sağlığımı korumamı sağlayan tek şey koşmak sanırım. Nefes alamaz gibi olduğumda çıkıp uzun-kısa, hızlı-yavaş neyse, bedenim neyi istiyor, neyi kaldırabiliyorsa çıkıp koşuyorum. Bunu da neredeyse her gün yapıyorum ya da haftada en az 6 kere diyelim. Belki hiçbir sorunun çözümü değildi koşmak ama kelimelerle ifade edemediğim bir yardımı vardı. Dayanma gücü veriyordu sanki, elimden tutup, sırtımı sıvazlayıp geçecek her şey geçecek der gibi. Annen de ablan da sağlığına kavuşacak, işte işler yoluna girecek,evde tadilat bitecek, sen kendi evinde keyifle yaşayacaksın, haydi az kaldı der gibiydi. Eksikliğini hissetiğim, duymak istediğim bu sözleri bana koşmak fısıldıyordu sanki. Sabahtan kahrettiğim şeyleri koşu sonrası, kahvaltımı yaparken şunu şöyle bunu böyle yapabilirim gibi, haydi iş başına. Şunla şunu konuşayım, bunla bunu halledeyim deyip bir işbazlık içerisinde buluyordum kendimi. O zaman koşuya ilaç diyemez miyiz? Bence deriz.

İşte bu süreçte ilaç niyetine koştuğum kilometreleri YenidenBiz Derneği için koşuyorum. Yani kadınlar için koşuyorum bu sefer. İş hayatına dönmek isteyen kadınların yanında, onlara destek olmak için çalışan YenidenBiz Derneği için. İş hayatına geri dönmek isteyen kadınların, bu çabalarını ben de desteklemek için koşuyorum.

Benim için ilaç olan bu sevdiğim aktivite kadınlara iş olsun diliyorum. 28 Nisan Pazar günü İstanbul Yarı Maratonu’nda 21 kilometreyi YenidenBiz için, kadınlar için koşacağım. Eğer siz de kadınların iş hayatında daha çok varlık göstermesini istiyorsanız, başka türlü çıkmaz karanlıklar aydınlığa diyorsanız, iyileşmede bir payınız olması için sen de bağış yap, göster isteğini ve desteğini.

https://fonzip.com/yenidenbiz/kampanya/yeniden-biz-ile-kosuyorum

 

19 Haziran 2023 Pazartesi

Falım sakız ve ChatGPT

Geçen gün markete giderken teyzenin biri çevirdi beni 'hişş bakele, nereye gidiyon hızlı hızlı' dedi. İlk başta bana değildir diye düşündüm ama etrafa kısa bir bakınca benden başka kimse olmadığını gördüm ve sesin geldiği yöne döndüm. 

Baktım yaşlıca bir teyze, tekrar sordu nereye gidiyorsun diye. Markete gidiyorum dedim, ne yapıcan dedi (e kasiyerle bir çay içecektik diyemedim), alışveriş yapıcam dedim. 'Haa' dedi ve nerede oturuyorsun sen diye ekledi. İçimden hadi bakalım, bunun sonu nereye bağlanacak diye geçirdim ve İlkokulun arkasında oturuyorum teyze dedim. Haa oy attığımız yer dedi (seçimlerden bir kaç gün sonra yaşanıyor mevzu), evet teyze orası dedim. Geçen gün ora götürdülerdi beni, oy attımıdı dedi. Doğrudur dedim. 

Bakele dedi, sanki bir sır verecek gibi eğilip. Marketten bana da Falım sakız al tamam mı dedi, tamam teyze dedim. Ben burada balkonda oturuyom, bekliyorum. Tamam teyze dedim ve markete gittim. Aradığımı bulamadım ama mecbur damla sakızlı Falım sakızı alıp kasa sırasına girdim. 

Neyse, döndüm geldim aynı sokağa, teyze balkonda yok. Ertesi geçtim yok, sonraki gün geçtim yok. O günden beri günde en az bir kere geçiyorum o balkonun önünden ama teyze sırra kadem bastı. Sakızlar da çantamda kaldı, 5x5, 25 tane Falım sakız. 

Bir etiket okuyucusu olarak paketin arkasını çevirdim ve ne yazıyorsa okudum. Ama asıl dikkat çeken şey Mondelez International. Bu ne yaa, ne alaka dedim ve tabii ki ne yaptım (önce Google'da bir karıştırıp) 

ChatGPT'ye sordum

ben- "Mondelez International Falım sakızın sahibi midir" diye.

ChatGPT; Hayır, Mondelez International, Falım sakızlarının sahibi değildir. Falım sakızlarının sahibi, Doğanay Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.'dir. Doğanay Gıda, Türkiye'de popüler bir sakız markası olan Falım'ın üreticisidir. Mondelez International ise bir Amerikan çok uluslu gıda şirketidir ve dünya çapında birçok markaya sahiptir. Bazı ünlü markaları arasında Cadbury, Oreo, Toblerone, Milka ve Trident bulunmaktadır. Ancak, Mondelez International'ın Falım sakızlarının sahibi olmadığını belirtmek önemlidir.

Alalaa dedim içimden ve bu sefer, 

ben- "ama Falım sakızın üzerinde mondelez international yazıyor" 

ChatGPT; Özür dilerim, yanlış bir bilgi verdim. Mondelez International, Falım sakızlarının sahibidir. Falım sakızlarının sahipliği 2016 yılında Mondelez International tarafından Doğanay Gıda'dan devralınmıştır. Mondelez International, dünya çapında bir gıda şirketi olarak çeşitli markalara sahiptir ve Falım sakızı da bunlardan biridir. Lütfen önceki yanıtımı dikkate almayın ve bilgilendirme için teşekkür ederim.

Ve evet, Falım sakızlarının sahibi Mondelez International'dır. ChatGPT'nin ilk dediklerinden hemen emin olmayın, teyid edin.

Ne sakızmış arkadaş....

Şimdi de bari bir tane çiğnemeyi deneyeyim, hem falını da okurum dedim. İşte şu anda sakız şişirip, fal okuyup blog yazıyorum, tezatlar içinde sakız oldum netekim. Akşama bu dişler hesap soracak benden, ah teyze ah, bari sakızlarını verebilseydim....

 

11 Aralık 2021 Cumartesi

erken kalkan yol alır

 ama çok erken kalkan çok yol almaz :)

Komşuların da katkısıyla ne yazık ki hiç uyumadan ve çok erkenden havaalanındayım. İki buçuk gibi uyumayı başarıp 4'te kalktım canım o kadar da kötü değil.5'te alanda ve 5.30'da içerdeydim.

Uçağımın Bogota'a bi inip kalkıverecek. Layover yapacak yani. İlk kez bu layover olayıyla Tanzanya dönüşü karşılaşmıştım. Kilimanjaro Havaalanı'dan İstanbul normalde 5 saat sürüyor ama biz kalkıştan bir saat sonra inişe geçince ben de şaşkınlığa geçiş yaptım. Sonra öğrendim ki Addis Ababa'dayız. Arada inenler ve yeni binenler oldu. Bizden el bagajlarımızı yanımıza almamızı istediler. Sonra gelecekleri bindirdikten sonra, tekrar yola koyulup İstanbul'a vardık. Bildiğin dolmuşçuluk yani :)

Şimdi de benzer hikaye Panama aktarması öncesi Bogota'da var. Bir inip bakacağız, bir buçuk saat sonra da kalkıp Panama'ya konacağız. Panama'da da, Copa Airlines'ın Mexico City uçağına aktarılacağım. Şimdi İstanbul Havaalanı'nda TickerDaze diye bir yerdeyim. Amerikan bar havasında keyifli bir yer, country tarz müzik çalıyor. Herkes biralara sarılmışken bir kahve kruvasan vslere takıldım. Hiç uyumadan içersem bu köşede uykuya dalabilirim gibi geldi :)


6 Aralık 2021 Pazartesi

Heyecanlı bekleyiş

Geçen yıl 19 Mart'ta Hindistan'dan kaçarayak yurda döndüğümden beri yurtdışı seyahatim olmadı. Haliyle olamadı. evlerimize kapandık ve bekledik. Gerçi kendi adıma o zamanı oldukça iyi geçirdim :)

İşte şimdi ise yolculuk vakti. Bu Cumartesi sabahı Meksika'ya gidiring. Nasıl bir heyecan var içimde anlatamam. E tabii devir Kovid devri olduğundan eskisi gibi pasaport-vize-bilet üçlüsü yetmiyor seyahat etmek için. Test lazımsa test yaptırıcan 72 saat önceden, aşı kartın olması lazım, aşılarının geçerli aşılar olması lazım, gidiş ve dönüşte karantina var mı bakman lazım, aktarman varsa aktarmaların için de benzer kontrolleri yapman lazım vsvsvs.

Dolayısıyla hafiften stress var. Bir de gittiğim yerde durmayıp hem şehir, hem deniz hem dağ hem dalış diye kaşındığımdan bir çok şeyi olabilecek mnimum ölçülerde yanımda bulundurmam lazım.

Bir de yaşanan devalüasyon sonrası doların geldiği 14 lirayı düşünüyorum. 

Umuyorum, diliyorum ve biliyorum ki asıl amacım olan şaman teyzeyle dileğimi yerine getireceğim.

Dinimiz amin.

20 Eylül 2021 Pazartesi

YENİ bir başlangıç,... Hayata...

YENİ sözünün o muhteşem anlamı artık çok daha fazla içerik barındırıyor benim için.

Yeni bir yolculuğa çıktım hayatımda, ama bu sefer başka bir ülkeden, denizden veya dağdan bahsetmiyorum. Bahsettiğim hayatımın tam ortasına oturan bir iş aslında :)

Yaklaşık 10 yıldır kendi şirketim üzerinden Değişim Yönetimi Liderliği yapıyor ve şirketlere danışmanlık veriyordum. Ama şimdi bir şirket bünyesinde çalışmaya ikna oldum ve 2 haftadır da ne kadar doğru bir yerde olduğumun tekrar tekrar farkına varıyorum. Burası MEY|DIAGEO, yani Mey İçki

Evet evet o, YENİ RAKI'yı yapan şirket. Bir çok kere yaradanın sevgili kuluyum kesin dediğim olmuştur, şimdilerde sürekli aynı sözü tekrarlıyorum. 

Peki neden ve nasıl bunca yıl sonra bir şirket bünyesinde çalışmaya karar verdim, ikna oldum?

Mayıs ayında beni ilk aradıklarında gönderdikleri toplantı davetinde bir ek dosya vardı, MEY|DIAGEO olarak biz kimiz, ne yaparızi anlatan. İşte aslında o dosyayı okurken aydınlandı dünyam diyorum. 

Sosyal sorumluluklarını yerine getirmek için değil, sosyal sorumlu bir şirket olmanın nasıl bir şey demek olduğunu çok güzel gösteren bir dokuman idi. Keşke bunları daha geniş kitlelere anlatabilsek dedim ama sonra farkettim ki, onların derdi reklamdan öte, içeriğin, işin, faydanın kendisine odaklanmak. Peki böyle düşünmemi sağlayan şeyler neler;

- Kadın çalışanlar, yöneticiler konusu. Öyle 8 Mart'ta görünen sonra kaybolan değil, sonuçlarıyla ispatlarıyla, gerçekleriyle kadın direktör oranı %57, (diğer kadın çalışan oranlarını söylemiyorum bile, hepsi %50-%92 arasinda değişiyor) Bu konuda politikalar ciddi ve uygulanıyor. Ayrıca bazı direktörlerin kendileri, çalışma hayatından uzaklaşmış kadınların yeniden iş hayatına katılımını destekleyen projeler yapıyor/sosyal kurumlara destek veriyor.

- Sürdürülebilirlik- Aslında her yerde, her alanda bir numarada yer alması gerekn konu değil mi. İşte burada gerçekten bir numara. Sektöründe ISO 14001 çevre yönetim standardını uygulayan ilk ve tek şirket. Karbon ayak izini hesaplamış ve CO2 emisyonu, su kullanımı, atık miktarı... daha bir çok konuda hedefler belirli ve uygulanıyor.

- Seçimli çalışma modeli- Uydu ofis projesini pandemi öncesinde çalışmışlar. Çalışma düzenini belirlemek için yaptıkları anket sonucunda tüm çalışanlar ile kendi çalışma tercihleri doğrultusunda protokoller imzalanmış durumda. Yani çalışanlar kendi çalışma modelini (ofisten-evden-hibrit) kendisi belirliyor (hadi canım demeyin, isteyince oluyor:)

- Söylememe gerek yok zaten altyapı öncesinde hazır olduğundan, dijital olarak buluttan, her yerden mis gibi çalışabiliyorsunuz. 

Ama bunlardan da öte beni etkileyen bir şeyler vardı. Direktörlerin ve çalışanların profillerini incelediğimde büyük bir çoğunluğun aktif olarak, şirket dışı sosyal sorumluluk projelerinde yer almaları. İşte özellikle bunu görünce galiba yerimi buldum dedim. 

Beni bilen bilir, üniversiteden beri sosyal sorumluluk projelerinde aktif olarak yer alırım. Okuldayken yaptığım gönüllü çeviri çalışmaları, linux şenlikleri, sonrasında AÇEV'le, Vodafone Vakfı ile, Birleşmiş Milletler ile ve özellikle son yıllarda yoğun olarak TEGV ile projelerde yer aldım veya aktif olarak kendim başlattım bazı projeleri. Hepsi kendi zamanımdan ayırarak yaptığım ve hayatımda beni en çok tatmin eden işlerdi. 

İşte şimdi bu aidiyetlik hissi içinde bir yıl süreli olarak MEY|DIAGEO'da Değişim Yönetimi Lideri olarak Programme YENİ'de rol alıyor olduğum için çok mutlu ve gururluyum.

 Bu süreçte görüştüğüm ve destek aldığım tüm MEY dostlarıma teşekkürler...

20 Temmuz 2021 Salı

Çay love you...

 

Şeker'in bayramı varsa, Çay'ın da olmalı.

Çayı şekersiz, seni sebepsiz seviyorum.

Manisi de hazır :)


Çay Love You.


Çayınız eksik olmasın.

12 Mayıs 2021 Çarşamba

İzin Kağıdı ve Babam

Ben Cağaloğlu Anadolu KML'nde okudum, Cağaloğlu'nda Çatal Çeşme sokakta, şahane, tarihi bir binada eğitim veren bir okul.  Okula kayıt yaptırmaya babam ve ablamla gitmiştik. Binasına hayran kalmıştım. Çıkışta da babam bize Sultan Ahmet'te Maraş Dondurması almıştı. Tabii dondurmayı elime alana kadar delirmiştim o ayrı.

Okulun ilk günü de babamla beraber gitmiştik okula. Hangi otobüse nereden binip, nerede ineceğimi göstermişti bana. Sonra ben hep kendi başıma gittim okula. O zamanın Ok1, Ok2 ve Ör1, Ör2 hatlarıyla, bir saatlik yolculuk süresi sonrası varıyordum. İstanbul'u öğrenmemi sağlayanlar da bu İETT hatlarıdır sanırım. Ring hatlardı bunlar ve o kadar uzun bir yol yapıyorlardı ki Cağaloğlu'na varana kadar. Yaklaşık 25-30 duraktan geçerlerdi Cağaloğlu'na varana kadar.  Gidiş ve dönüşlerinde de başka güzergahtan gittiklerinden, ben her yeri karış karış öğrendim. Yıl 1990, ben 13 yaşında.

Hazırlık sınıfına başladığım ilk günü, bende ŞOK ŞOK ŞOK!. Dışarı çıkmak yasak! Kat-i surette yasak. Öyle de yasak, böyle de yasak. Yasak da yasak. Okul 9.00'da başlıyor, 16.00'da bitiyor. Bir saat öğlen yemeği zamanı var ama dışarı çıkıp meydanda döner yiyemezsin. Çorabın kaçtı, dışarı çıkıp bir dükkandan çorap alamazsın. Çünkü Yasak!

Sebebine dair bilgi almayı çok denediysem de olmadı. Sadece yasak! Anlaşılır şey değil. Beni tanıyanlar bilirler, böyle yaptırımlarda benim içimden bir delirgen çıkar. Dayanamaz patlar. 

Öğretmenlerimi sorularımla delirttikten sonra, müdüre gidip bana söyler misiniz lütfen, hangi durumda ben bu okuldan dışarı çıkabilrim 9-16 saatleri arasında diye sorduğumda, ancak baban gelecek, bir dilekçe yazacak ve dilekçesinde, senin 9-16 saatleri arasında dışarıya çıkmana izin verdiğini ve sorumluluğunun da tamamen kendisine ait olduğunu belirtecek. Öyle izin kartı çıkartılır, sonra çıkabilirsin. Tamam dedim çıktım müdürün odasından.

Eve dönüşte, o bir saatlik yolculukta çok düşündüm. Acaba babamı ikna edebilir miydim, acaba anlar mıydı beni, acaba durumun saçmalığı konusunda katılır mıydı bana, ne derdi? Gelip o dilekçeyi yazar mıydı? Kafamda deli sorular. Ama bir taraftan da düşünüyorum, ben babamın kızıyım, bana saçma geliyorsa, kesin ona da gelir.

Bu düşüncelerle eve vardım. Akşam oldu, babam geldi. Yemek yedik. Ben yandan yandan yanaştım. Başladım konuşmaya, öyleydi de, böyleydi de, onu sordum, bunu dedim, şu yaptım vsvs. Ve babam dedi ki, o ne saçma şey yahu, niye çıkamayacakmışsın, ben gelir yazarım kızım dilekçeyi! İşte benim babam, işte babasının kızı. 

Hemen ertesi gün gelemedi ama sonraki hafta geldi, dilekçeyi yazdı. Öğretmenler ve müdür dumur. Hiç olmamış daha önce böyle bir şey. Bir izin kartı çıkardılar bana, üzerinde fotoğrafım vs olan. 

İzin kartımı elime alır almaz hemen kapıya koştum, kartı kapıdaki görevliye gösterip, adamın şaşkın bakışları arasında dışarı çıktım. Hey mübarek, o nasıl bir özgürlük hissidir. Sanki hapisteymişim de, yılbaşına ev iznine çıkmışım. 

Çoğu zaman öğlen yemeğimi evden getirirdim ama yine de dışarı çıkıp, Sultan Ahmet Meydanı'nda banklarda oturur yerdim. Her gün istisnasız, mutlaka çıktım öğlenleri.

Gerçi arada karşı büfenin çırağı gibi oluyordum, sınıfın siparişlerini getirirken, ama olsundu. 

O okulun tarihinde tek izin kağıdı, benim babamın dilekçesiyle bana çıkarıldı. Nokta.


19 Nisan 2021 Pazartesi

KOÇ'um benim

Elimi sallamadan xxx koçuna çarpıyor.

Bir ara "Hayat kısa..." yazanlara şırrak yapasım vardı, şimdi de xxx Koç'uyum diyenlere şırraaak yapasım var. 

Hatta Koççum benim deyip elense yapasım da geliyor.

Agile Koçu, Yaşam Koçu, Beslenme Koçu, Mutluluk Koçu, Evlilik Koçu...

Devamını siz getirin, ya da getirmeyin, susun. Koçsanız sonsuza kadar susun. Ehehe ben de Aslan'ım, yerim seni hrrr.



5 Nisan 2021 Pazartesi

Akıl, Ruh, Dil

Akıldan geçen, Ruhta can bulan, Dilde çürüyen...

Sadece betimlemelerde bulunulabilen ama adını bulamayışlar, adlandıramayışlar. 

Şu sıralar yaptığım çokça şeyin yanında daha çokça yaptığım şey okumak. Sanki Fahreneit451 gerçek olacakmış da, geriye kitap kalmayacakmış gibi. Günde sayıları üçe varıyor kimi günler.

Ama midemde hasıl olan ağrının sebebi sözcükler mi? İşte o bilinmiyor. Ya da dile geldiğinde çürüyen o anlamlandırılamayanlar mı?

Fazla felsefe okudum sanırım şu sıralar, hiç bir sözü doğrudan ifade edemez oldum. Çünkü bir söz olarak söylediğimde sınırlanıyor o koskoca hisler, duygular, anlamlar düşünceler, bir kaç harfin yanyana geldiği, on kere okusan anlamını yitiren harfler topluluğuna dönüşüyor. 

Acaba hiç konuşmamak mı lazımdı, belki de hiç yazmamak. Düşünmemenin namümkünlüğünü biliriz netekim. 

Midem ağrırken mayalı yiyecek ve içeceklerin iyi gelmediğini tahmin ediyorum, ancak yine yeni yeniden belki de kötü gelmez diyerek deniyorum. Kötü mü bilmem ama iyi olmadığı da kesin.

Bir de baktım 2021'in ilkiymiş bu yazı, biraz daha ilham katmak lazım gelir. Geç kalmış bir yeni yıl yazısı. Gerçi 2020 ve 2021'de hayata geç kaldık ya biz.

Ya da belki o kadar hızlı gitmişiz ki aceleyle, şimdi bekliyoruz ki hayat bize yetişsin. 

Halbuki her şeyi ağır ağır, azar azar tüketmek lazımdı. Halen kendinlikten uzaklaşmadan. Evet biliriz herkes içinde başka bin türlü karakter, kişilik barındırırdı ama açık etmemek en iyisiydi eğer içindeki canavarı tanımıyorsan, tanışmıyorsan veya tanımak istemiyorsan. Belki de saklanan başka bir şeydi ama o kadar zamandır saklanıyordu ki, kendiliğinden uzaklaşmış bir canavara dönüşmüştü. Oysa ki, bir samimi anda bir itirafla en naif halini çıkarsan ortaya, bastırmasan derinlere, eminim sen de o da yani gerçek sen daha özgür, daha mutlu olabilir.

Gözlerine bakıp söyleyebilmek isterdim ama canavarın haşmetinden korkuyorum. Ve sana bir gün umarım bu cesareti kendinde bulup ruhunu özgür bırakabilirsin diye dilekte bulunuyorum. 

20 Temmuz 2020 Pazartesi

mış gibi geçen zaman

19 Mart'ta memlekete döndüğümden beri deliliğin kıyısında süren hayat, mış gibi geçen zaman. Normalmiş gibi süren bugün.

5 Haziran'da evime gelebildim. O Mart'la Haziran arasında geçen zamanda delirmedik (mi?).
Her gün muhtelif boyutlardaki ekranlar karşısında geçen uzun saatler, kimseye sarılamadan geçen günler, aylar, büyütülen 9 kedi, izlenen kuşlar, çatlayan yumurtalar, sesi ilk defa duyulan sessizlik...
Varılan farkındalıklar...

Evden yapılan uzun dersler, SODler, qigonglar...

Haziran'dan sonra başkalaşan hayat. Ortaya düşüveren bisiklet, düşen hız, artan kadans, ag ile çalışma...
Yapılan kurslar.

Ama işte o deniz var ya o deniz, hayatın ilacı o deniz.