6 Kasım 2024 Çarşamba

46. İstanbul Maraton'u

 Bu yıl İstanbul Maratonu'nda 42 km'yi YenidenBiz deneği için koştum. Geçen yıl TEGV için koşmuştum. Bu yıl ise kadınların iş hayatına dönme yolculuğunda onları destekleyen önemli bir kuruluş olan YenidenBiz için koştum tüm yarışlarımı.

Bu yıl antremanımı bu yarışa göre yapmadım aslında, Eylül'de koştuğum Belgrad Ultra (30k) ve Kzykos Ultra(35k) sonrasında kendime St.Paul Ultra antreman programı hazırlarken farkettim ki aslında İstanbul Maratonu'nunda 42k koşabilirim. Antreman altyapım bunu destekliyor. Dolayısıyla İstanbul Maratonu'na özel bir hazırlık yapmadım açıkçası. Zaten var olanının üzerine onu ekledim. Tabii araya Kaş Yarımadaton'u(12k) da ekleyince işin rengi değişti biraz. kaş yarışı hemen öncesi hafta koşulacaktı ama 12k'yı antreman niteliğinde koşabilirsem sıkıntı olmayacaktı. Böylelikle ona da yazılmış oldum.

Kaş yarışı öncesi dalış programım olduğundan önceki hafta sonu Perş,Cuma,Ctesi dalış yaptım. Sonrasında da pek koşu yapacadım, sadece Ptesi günü sabahtan bir interval yapıp sonrasına da yoga sıkıştırabildim o kadar. Malum canım gelecekti. Ptesi akşam itibariyla az uyku çok strength ile geçti. Sonrasında Kaş Yarımadaton'da oldukça iyi bir yarış koşup yaş grubunda 4.bile oldum. Yarış günü öğleden sonra da Uyuyan Dev'e çıkıp inince yorgunluk sarstı. Ertesi gün de Sarıbelen'de yürüyüş çok güzeldi ama düşen immün sistem, artan yükseklik ve soğukla beraber biraz hasta etti. Tabii bunun içinde çeşitli duygusal çalkalanmalar da tuz biber ekti. Bu şekilde uykusuz ve hasta olarak ve shakeout run vs de yapamadan İstanbul Maratonu geldi çattı.

Kendime dair yarış raporum ise şöyle;

Yarış öncesine dair geçmiş yukarıdaki gibi olunca biraz tırsmıyor değildim. Gece 4.44 kalkıp kahvaltımı vs yaptım. Sonra hazırlıklarımı tamamlayarak çok da vakir kaybetmeden 6:15 gibi evden çıktım metroya binip Taksim'e, oradan da Kbataş'a gideceğim Beylerbeyi'ne vapurla geçmek için. Malum yollar kapalı. Lakin metroya bindiğimde saatimi sarjda unutmuş olduğumu farkettim ve Mköy'de inip tekrar metroya binip eve dönüp saatimi aldım. Bu arada saat 7 oldu. Yeniden durakta beklerken yanıma oturan başka bir koşucuyla günaydınlaştık. Sonra yol boyu muhabbet ettik Fatih bey ile. Koşuya ve kedilere dair güzel bir sohbet oldu, yol nasıl geçti anlamadım. Üzerimdeki geç kalma stresini de almış oldu. Yarış alanında tuvalet sırası beklerken neredeyse startı kaçırıyordum. Sadece iki dk kala alana girebildim. Sanırım ilk defa bir yarışa bu kadar son dakika giriyorum. Stress tavan. O ara Alpaslan ile karşılaştım. Derken telefonumda yer birmiş, bir şeyler silmeye çalışıyorum. Sonra bir anda startı duydum ve koşmaya başladım. Ama o rüzgar. Sabah yağan ve havayı deli gibi soğutan o yağmur sonrasında çıkan o rüzgar da neydi öyle. Çok da soğuk esiyordu. Köprüyü geçerken uçuruyordu resmen. Fotolarda ben bir yanda saçlarım diğer yanda şeklindeler. Çok üşüdüm, ama çok üşüdüm. Zaten daha ısınamaışım üstüne de bu soğuk rüzgar üşüttü. Bu arada nabzım 164lerde geziyor şaka gibi. Düşüremedim, oysa ki pace'im de düşük ama üşüme, stress vs düşmedi. Barbaros yokuşunu inerken biraz sakinler gibi oldu ama orada da ben müsaade etmedim. 15. kmye kadar çok iyi geldim. Orada 15k'lar ayrıldı biz 42ler yola devam daha gidecek çok yol var. Rüzgar da şiddetini ara ara artırarak devam. 30-35dk bir jelimi yutuyorum, 15dk da bir gelen istasyondan suyumu içiyorum derken baktım ki elektrolitlerimi almamışım. Normalde iki jel sonrası bir elektrolit alıyorum. Özellikle ikinci yarıda çok önemli ama unutmuşum. Yapacak bir şey yok koşmaya devam. Ara ara istasyondan portakal dilimi alıyorum ki biraz doğal enerji girsin diye. Elektrolit açısından bir faydası olur. Bir iki kere de muz yedim potasyum olsun diye. Tabii katı gıda olunca devamında yürüyorum. 20-25 km kadar 6 pacelerde devam ettim, ta ki 28.km'de Atatürk Havaalanı'dan dönene kadar. İşte oradan dönünce dünya değişti ve rüzgar kafaya kafaya vurmaya başladı. Şiddeti de artmıştı artık. Böylece 28. km sonra tam bir mücadele ile geçti. Üşüdüm ama epey üşüdüm. Zaten önceki haftadan toparlayamamıştım tam oldum. Böyle böyle paceim düşmeye başladı. 39. km'ye vardığımda oh iyi dedim. ama ara ara koşmayıp ful yürüsem mi diyorum. Bacaklarımın yanları, kalçalarım çok ağrıyor. Onun haricinde kalflarım ve quadlarımda hiç sorun yok. Basen bölgesi ile gluteslar can sıkıyor sadece. Sonra geldi çattı Gülhane yokuşu. Geçen yıldan aklımda kalan nadide şey. Ama gözümde büyütmüşüm, o kadar da kötü değilmiş bu yokuş. Bizim oraların yokuşlarından sonra koşarak çıktım burayı ama artık ruhum teslim olmak üzere. Sonra bir baktım 500m tabelası, koş koş koş 200m tabelası ve koş koş 100m tabelası ve ileride finiş. herkes çığlık kıyamet. Çok güzel bir görüntü ve geçtim finişten. Geçen seneki gibi 4:30 la geçtim. Resmi mat sürem 4:29:10 olmuş. geçen yıl 4:30:22 idi.

Sonra eğilip çipimi çıkaramadığımdan görevli ablalardan birisi çıkardı sağolsun, ben paytak paytak devam ettim, birisi boynuma finisher madalyamı taktı, birisi çantamı verdi. Sonra gidip emanetten çantamı alıp zar zor üstümü değiştirdim. Şu son 5-10 dkda daha da çok üşüdüm. Ha çantamı aldıktan sonra da masaj çadırında 3-4 dk kızların rahatlatması sonucu üstümü değiştirebilir hale geldim. Arada Sibel'le konuştum. Canımcım gelmiş, beni dışarıda bekliyor. Üstümü değiştirdikten sonra terliklerimle çıktım dışarıya ve Sibel'i buldum, bolca sarıldım. Sonra bir yere gidip bolca çay içtim. Üç büyük çaydan sonra gözüm açıldı acıcık ısındım ama hala iki mont var üstümde içimdeki kazağa ilaveten. Sonra beraber Marmaray'a ben Yenikapı'dan metro ve ev. Hemen dujjj ve ayakları uzat instagrama yapış sahnesine dönüş.

İşte böyle. Hem iyi hem de yetersiz hazırlanmayı başardığım bu yarışta, saati unutmalı geri dönmeli ama elektrolitleri unuttuğunu bile unuttuğum bir yarış oldu. Ama her şeye rağmen, hem zihnimi hem de bedenimi çok iyi yönetip yürütüp, tüm olumsuzluklara rağmen sağlıklı bir şekilde tamamladım yarışı. Geçen seneden bile iyi bir zamanla. 72sn 72sndir :)

Bu yazıyı yazdığım Çarşamba gününde kas ağrım vs kalmamış durumda. %80 oranında hepsi geçmiş, sadece yoğunluktan kalan son demler var. Bu hafta böyle sakin geçecek, hafif yürüyüşler ve restorativ yoga yapıyorum. Haftasonu da trekking planımız var zaten. Yumuşan güzel bir geçiş olacak. Sonra ufak ufak recoveri ve base koşuları ile dönerim tekrar. 

31 Ekim 2024 Perşembe

boşluk

 gelmeyeceğini bildiğin mesajı tekrar tekrar kontrol etmektir...


iki ergen

the end... :(

7 Ekim 2024 Pazartesi

Suç

 Aklımdan hiç çıkmaman senin suçun mu, benim suçum mu?

16 Ağustos 2024 Cuma

Tunceli 1-5 Temmuz'24

1 Temmuz'24 Ptesi;Ovacık

Çok zaman geçmiş yaa, daha çok ve sık yazmak lazım. Yoksa, silikleşiyor anılar.Çemişgezek'ten geçerek geldiğimiz Ovacık'ta Turistik Otel Akın Bey'i bulduk, odalara eşyalarımızı attık kısa bir yürüyüşe çıktık. E çok kısa oldu çünkü burası minnacık bir yer :)

Akşam da oturup yarın nereye gidelimin planını yaptık ve Karagöl'e çıkmaya karar verdik.

2 Temmuz Salı; Karagöl-Ovacık

Sabah epey erken kalkıp, 5 km kadar uzaktaki köye varıp arabayı orada bırakıp kendimizi Karagöl'ün çokça taşlı yollarına vurduk. Yol da yolmuş ha, tam bir çarşak deryası. Özellikle sona doğru oldukça dikleşen ama dikleştikçe manzaranın da efsaneleştiği, neredeyse teknik diyebileceğimiz bir çıkışla gidiyoruz Karagöl'e doğru. Güzel olan ise, bu apaçık çıplak alanda, yanmamamızı sağlayan bulutlar. Hava güzel kapadı, tatlı bir bulut örtüsü hem havayı serinletti hem bizi yanmaktan kurtardı. 11,5km gibi bir mesafe sonra göle vardık. Yukarı çıkarken önce başka küçük bir göl gördük 3-4kmlerde tabii ama kanmadık. Ha bir de biz çıkarken üç tane eşekle üç tane abi gördük selamlaştık. Onlar bize, biz onlara şaşırdık :)

Tabii ki göle çıkınca naapılır, göle girilir. Biraz hazırlıksız geldiğimden arkadaşları tepenin öbür yamacına gönderip Karagöl'ün soğuk sularında tozumdan, derdimden, tasamdan arındım. Ama havanın bulutlu olması bizim 2500 metrelerde olmamız sebebiyle çıkınca çoook üşüdüm. Giyebileceğim ne varsa giydim ama üşüme geçmiyor. Gölün ilerilerinde koyun sürüsü var. Herhalde yolda karşılaştığımız abilerin sürüsü diye düşündük.

Biraz ekmek, peynir, yumurta vs atıştırdıktan sonra dönüşe geçtik. Öyle güzel çiçekler var ki, gözünü alamıyor insan bazen.

Çarşak inişi en sevdiğim. Sanki kayak yapıyoruz. Fıtı fıtı inerken yolda aynı abileri tekrar gördük. Abiler de bizi görünce dayanamadı ve şöyle dediler "hadi biz mecburuz çıkmaya da siz niye çıkıyorsunuz?" Güzel soru, didiklersek varoluşsal tartışmaya girebiliriz diye didiklemedik, inmeye devam ettik.

Aşağıdaki gölün orada tekrar bir mola verip güzel fotolar çektik. Yolun bundan sonrası ayrı bir eğlenceli geçti. Hakan başka bir taraftan giderken biz Doruk'la toprak yoldan gitmeyi tercih ettik ama bu tercihimiz sonucunda ise dereden geçmemiz gerekti. Doruk bunu minnak minnak taşlardan vs sekerek gerçekleştirirken, ben büyük taşları dereye atıp kendime rahat bir yol açma derdindeyken Doruk'u ısrarla ıslatmış olabilirim. Sonunda ben de geçtim ve ağılın yanından doğru yürüyerek arabaya vardık. Tam dökünüp arabaya bindik ve bir sağanak indirdi ama nasıl. Vay bee dedik, valla iyiyiz haa :D

3 Temmuz'24 Çarşamba; Munzur Gözeler, Ziyaret

Ertesi gün iş güç vs olduğundan uzun yürümeli programlar yapmadık. Sabahtan Munzur Göze'lerine Ziyaret denen yere gittik. Gözelerde buzzzz gibi suya ayaklarımızı soktuk(sadece ben), dolandık, yürüdük, foto çektik. Haa giderken bir çift otostop çekti onları aldık. İkisi de müzik öğretmeniymiş. Kayyumla işsiz kalınca gözelerin orada stand açmaya başlamışlar. Kahvaltılarına davet ettiler bizi. Biz de gözeleri dolanmamız bitince kahvaltılıklarımızla çöktük yanlarına ve keyifli güzel sohbet eşliğinde çayımızı içip yumurtalarımızı yedik. Hatta arada türkü söyledik. Bu da böyle oldu. Dönüşte de biraz üzüm vs aldık ve otele döndüğümüzde ben odaya çalışmaya gittim, arkadaşları da otelin karşısındaki yere bıraktım. Ben toplantılara girdim çıktım onlar hala orada oturuyorlardı. Benim işler 4-5 saat sürdü onların da bitmeyen sohbet 4-5 saat sürdü. Sonra hep beraber kalktık ve dağıldık, yoksa yarın erkenden kalkamayacağız. Yarın Mercan Gölü var gitmek istediğimiz :)

4 Temmuz Perşembe; Şahverdi Köyü'nden Mercan Gölü'ne 

Sabah epey erken çıktık yola ama önce yanlış köye gitmek, sonra da girdiğimiz yolun çok bozuk olması sebebiyle biraz geç ulaştık Şahverdi Köyü'ne ama olsun sıkıntı yok. Daha garip olan şey ise dağın başında köyün dibinde arabayı bıraktığımız yerde bir adamın gelip bizden arabaya bakma parası istemesi oldu. Biz kalakaldık ilk başta ama çok uzatmayıp Hakan'a(the amcasavar) 100 lirayı verip amcaya vermesini söyledik. Ama canımızı sıktı çok. 

Çok takılmadan toplanıp yürüyüşe başladık. Yukarıda başka bir amca selam verip yanaşınca, biz tedirgin olduk biraz aha bu ne isteyecek diye ama tabii ki o bir şey istemedi. Sadece biraz yolu anlattı sonra da kendi yoluna gitti. Mercan Gölü'ne çıkarken yol boyu Mercan Dere'si şahane akıyor. Dere bazı yerlerde daralıyor bazı yerlerde genişliyor, etrafı yeşillik harika bir yamaçtan doğru yükseliyoruz göle doğru. Derken bir göle geldik ama burası değilmiş bizim göl, daha çoook ilerdeymiş. Amaa bu gölün kenarında "ayı" ayak izi gördük veee çok tazeee. Dımdımdıdmdım. Yapacak bişi yok, çıkmaya devam. şahane çiçekler ve görüntüler eşliğinde çıktık göle. Off ama nasıl güzel görünüyor ve nasıl turkuaz. Adını hakediyor. Tabii bu sefer hazırlıklı gelen ben, hayatımın en soğuk gölüne gireceğimden habersiz soyundum ve göle girme çabasına başladım. Soğuk ama çok soğuk, ama nasıl soğuk. Oyy bu nee çok soğuk. Girdim, yüzmeyi denedim ama eklemlerim buz tuttuğundan yüzemedim lakin yürüdüm. 6dk sonunda çıktım. Bugün hava massssmavi idi ve sıcak. Sudan çıkıp kurularımı giyinince hiç üşümedim. Enteresan deyip şaşırarak mamaları gömdüm :) Dün aldığımız o üzümler yalnız bu kadar mı lezzetli olur :D

Sonra aynı yoldan gerisin geri indik köye ama yolda hep aklımızda araba. Acaba yerinde mi, acaba her şey yolunda mı vsvsvs. Aklımız ferfecir. Neyse sonra vardık her şey yerinde yolunda. Oh deyip arabadaki birayı 8 derecelik suda soğuttuk ve paylaştık Hakan'la. OOhh bir güzel hüplettik taşın üstünde. Doruk soda içmeyi tercih etti. Yoksa ona da verirdik. Ama ne demiş Neyzen, bira içen çüküne, rakı içen yıldızlara bakar diye. Doruk akıllı adam velhasıl.

Döndük geldik Ovacık'a otelimize dışarda yemekçi bakarken bir teyzenin olduğu minnak bir dükkana girip günün yemeği olan biber dolmasından istedik. Oyy o nasıl güzel bir biber dolmasıydı amanın. Uff hala tadı damağımda. Netekim doyduk. Ben de dönüş yolunda şalvarımı aldım. OOhhh herkes mutlu. 

Sonra geldik otele iki çay içip dağıldık odalara.

Yarın suyun öte yanına geçeceğiz. Yani Keban'ın karşı tarafına Elazığ'a. Burada feribotlar çalışıyor karşıya yarım saatte Elazığ'dayız. Ama bu başka bir yazının öyküsü.... Arkası yarın...

21 Temmuz 2024 Pazar

Yol göründü...


24 Haziran'24 Ptesi akşamı işleri toparlayıp, tüm toplantıları da bitirdikten sonra düştüm Ula yollarına. Oh nasıl güzel serindi oralar öyle. Kaş'tan sonra sırtıma polar atma ihtiyacı ne de güzel geldi. Ertesi sabah Fişek Organik Çiftliği'ni kısa bir ziyaret edip, düştük Ankara yollarına. O akşamüstü Sivas'tan gelen misafirlerle Hafik Zara vs komik muhabbetler yapıp, sabahınan geç kalmadan düştük Sivas yollarına. 26 Haz'24 Çarşamba günü Sivas ve sonrasında Kemaliye'ye varışla geçti.
 
Sivas merkezde Ahmet Usta'da köfte molası verdikten sonra düştük tekrar yola, benim "hiç değişmemiş olan amcamların evi" yanlış bulmam sonrası, babamı ziyaret edip sonra Kemaliye yolu üstünde Divriği Ulu Camii'yi görelim dedik. 
Gördük. İyi güzeldi.
Sonra ver elini Kemaliye. Kemaliye'de Belediye Oteli İnci'ye attık kendimizi. Temizlikten epey uzak odalarda geceyi geçirdik. Ben işi gücü toplantıları toparladım, ertesi gün Kadın Kooperatiflerindeki abla sayesinde Hatice Hanım'ın evine Bahçeli Konuk Evi'ne gittik. Ohhh iyi ki de gitmişiz. Ev tertemiz, yatak, çarşaf, banyo her yer tertemiz. Çok da güzel bir bahçesi var. O günü zaten hepimizin çok işi olduğundan üçümüz de bahçede çalışarak geçirdik. ha yarı çalışmaca yarı muhabbet şeklinde.

Kemaliye'deki tüm kalışımız bundan donra Hatice teyzenin evinde geçti. O Ctesi günü müsait değildi, onda da biz kamp kurduk :) Kamp sonrası geldiğimizde Hatice teyze'nin "hakkatten sokakta mı yattınız sorusuyla pek eğlendik :)"

Kemaliye'de neler yaptık. Çok güzel şeyler. İlk günü toplantılarla bahçede geçirince, sonra kendimizi attık dışarı ve Zincirlikaya'ya gittik. Ha bu arada öncelikle neden Kemaliye'ye gittik sorusuna cevap gelsin. Bir önceki haftasonu Kemaliye Ultra yarışı vardı ve ben katılmayı çok istiyordum ama iş ev vsvs gidemedim. Ama dedim sonra gidicem ben, öyle veya böyle. O aralar Doruk'la dalış eğitimi tarihlerini kesinleştirdikten sonra, Hakan'ı arayıp sana iş çaktım ehehehe geyiği yaptım. tam telefonu kapatırken de aa ben Sivas,Erzincan,Tunceli,Malatya vs gezicem ha bak istersen bilgin olsun dedim. O da hımm iyi fikir bak olabilir, neden olmasın dedi ve 15 dk sonra arayıp ben de geliyorum dedi. Ondan bir 15 dk sonra da arayıp Doruk da geliyor dedi. Anaaa noldu yaw böyle ne güzelli oldu bir anda didim ve mutlu mesut iki gün sonra çıkacağım yolculuğun heyecanına kapıldım. Leyleyley loyloyloy yani. Ay lav spontanelik. 

Nerede kalmıştım Zincirlikaya'da. Dedik böyle yapmayalım çıktıkça çıkıyorus(Doruk dedi ben değil) ben çıkarım :D Ertesi gün buradan güzelce yürüyelim.

28 Haz'24 Cuma - Taşlı Yol
Rota oluşturuldu, Taşlı Yol yürünecek. Muhteşem bir yol. Mağaralar bütünü gibi bir yol. 11 kmcik. git gel 22 işte. Ama düz sayılır. Fekat efsaneli güzel. Hava çok sıcaktı ama mağara tüneller bütününden yürürken güneş yakmadı. İlk gün için uygun, mantıklı bir yol oldu. Fantastik bir yermiş, pek sevdim. Bir çok motorcu, endurocu gördük ve Karanlık Kanyon'un tam çıkışında da Africa Twin'iyle Erdi'yi gördük. Saç ekim uzmanı, motoruyla Göbeklitepe'den geliyordu, İstanbul'a gidiyordu. Bir iki foto çekip iyi yolculuk diledik karşılıklı. Umarım sağlıkla kavuşmuştur kızına ve o gidondaki oyuncağı daha çok gezidirir sağlıkla sıhhatle.
Burayı bitirip arabaya vardıktan sonra yolda Etnografya Müzesi'nde bir durak yapıp, müzeyi ziyaret ettik. Burada en çok ilgimi çeken şey Anadolu Pars'ının postu ile zamanında Hindistan tarafından Türk çocuklarına "hediye" edilen fil canlısının iskeleti oldu. İkisine de üzüldüm :(














Evimize döndükten sonra, akşamüstü bizim bitirim ikilinin dün akşam ben çalışırken keşfettiği yolu yürümeye çıktık. Ohohohooo karadutlu yol. Ay lav Karadut çok :D Tabii ki Doruk'la bir miktar daldık yidik, boyandık.

Yürüdük yürüdük Kemaliye'ye vardık. Derdimiz kuran kursunun olduğu yerdeki yemekçide yemek yemek. Keşkek hariç her şey çok güzeldi. Lakin o dut ve cevizden yapılan tatlı neydi öyle. Öldürdü bizi. Beş ateş güzeldi ama. Onu yiyebildik. Bu kadar yiyince eve yürüyüş iyi geldi. Özellikle karanlıkla gölge fotomuz efsaneliydi. Sonra güzel bir uyku. Yarın Ctesi uzun yol günü.

29 Haz'24 - Ctesi - Kemaliye --> Sandık Köyü
Ertesi gün hastanenin oradan başladık çıkışa, çok güzel dik bir yamaçtan çıktık. Yürüdüğümüz yollar çok güzel işaretliler babalar ve şeritlerle. Çoğunlukla koşu rotalarını takip ettiğimiz ve o da üç beş gün önce olmuş olunca iz bulmak çok kolay oldu. Neyse tepelere tırmandık. Çok güzel bir ağacın altında mola verdik, sonra ileride bir ağıl ve bir amca gördük yanına gittik. Şaban amcayla sohbet muhabbet(Hakan the amcasavar, susamıyor arkadaş ne çok konuşuyor amcalarla). Herhalde ayaküstü yarımsaat konuştuktan sonra gittiğimiz yol yol olmayınca döndük, düzgün rotaya girip arka taraftan Sandık Köyü'ne yine muhhteşem görüntüler eşliğinde indik. Oradan Kemaliye'ye gelmek için otostop çektik, Yusuf annesinin yanına geçip, sinirini taştan çıkarırken, biz üçümüz Ford'un arkasına doluşup geldik Kemaliye'ye attık ve kendimizi meydandaki Cumhuriyet Lokantası'na ohhh miss gibi yedik içtik doyduk. İşte şimdi kamp kuracak yer bulmalıydı. Araştırdık taraştırdık, tepelerde federasyonun eğitim yaptığı yeri bulup oraya kurduk kampımızı. Yıldızlar, biz, çay, bol muhabbet, sinekler, şiddetli rüzgar.... Hepsi çok güzeldi be....








 
30 Haziran'24 Pazar - Apçağa-Ergü Köyü
Gece boyu esen şiddetli rüzgar uykuyu zorlaştırsa da uyuduk az buçuk. Yıldızlar, yıldızlar, yıldızlar çok güzeldi... Gün ışıyınca uyanan Doruk canlısı ile Ayten canlısı dayanamayıp Hakan canlısını da kaldırıp, bir kahve yapıp, içip Apçağa Köyü'ne doğru çıktık yola. Burada "Orda bir köy var uzakta..." nin şairi olan Ahmet Kutsi Tecer'in babasının evi müzesini ziyaret ettik. Bir çaycının bahçesine çöküp yanımızdakiler ve ve çaycıcan aldığımız şahane tereyağı ile güzel bir kahvaltı yaptık. Fırında ekmek bitmişti ama bizde ekmek vardı. Biz de dönüşte aldık o ünlü fırının ekmeğinden. Hatice Teyze'nin bize hazırladığı kahvaltı çıkınına koyduğu ekmektendi. Demek ki burada böyle uzun lavaş ekmeği yapıyorlarmış. Güzel tereyağı ve tulum peyniriyle öyyyyle güzel oluyor ki, amanin aman aman. 
Her şeyin bu kadar lezzetli olması sonucu bizim yürüyüş biraz geç başladı ama sorun değil. Tam yola çıktık ki bir de ne görelim kocaman bir karadut ağacı. Biz Doruk'la kendimizi kaybettik ve ağaca daldık ama öyle böyle değil. Dutlar öyle iri, öyle lezzetli, öyle güzel ki. İnsanın aklını alıyor. Almakla kalmıyor bir de baştan aşağı kırmızıya boyuyor. Olsundu boyasındı.. Ohh güzeldi, çok güzeldi. Bir de yanında senin gibi ve senin kadar seven birisi daha olunca ne de güzel oluyor.
Yol boyu çok güzel ve keyifli dağlar, amnzaralar, bolca çeşme, her çeşmenin başında dut ağacı ve dutlara dalan biz. Bir ara kendimi kaptırıp, Emin abi(Emin İgüs) kulaklarımda çalan dut ağacı türküsünü söyledim. Ne güzel bir türküdür ve Emin abi de ne güzel söyler onu.
Dağları hayranlıkla seyredip, her gördüğümüz çeşmeden su içip, her dutun tadına bakarken bir erik ağacına varışımızla Ergü Köyü'ne de vardığımızı anladık. Burası da güzel ama Apçağa kadar değil. Meydanımsı bir yerde ayakkabılarımızı değiştirdikten sonra başladık yürümeye. Araba Apçağa'da mecburyürüyüş ve otostop beklentisi. Van Erciş'ten gelen bir minibüs aldı bizi sağolsun. Erzincan'a gidiyorlarmış onlar da. Ben yanımdaki dünya güzeli kızla muhabbet ederken birden yol bitti ve biz indik. Umarım o dünya güzelinin hayatı da çok güzel olur.
Apçağa'ya vardıktan sonra bindik arabamıza ve döndük Bahçeli Konukevi'mize.  Dünkü kamp sonrası banyoya olan ihtiyaç büyük. Yarın Hatice Teyze'nin kahvaltısını paket değil de oturup yiyelim yaw dedik :D
 



 
1 Temmuz'24 Ptesi-Kemaliye-Sırakonak-Çemişgezek-Tunceli Ovacık
Kahvaltıyı yutarken Hatice Teyze'yle güzel muhabbet ettik. Hatice Teyze de bize ısrarla Sırakonak Köyü'nü görün diyince Tunceli Ovacık yoluna çıkmadan mecbur uğradık Sırakonak Köyü'ne. Güzeldi, lakin Apçağa daha güzeldi. Bir meydan, bir çay bahçesi, bir ağaç her şeyi değiştiriyor işte...
Sonra rotayı Çemişgezek'ten geçecek şekilde çizdik. Tabii ki Recep Yazıcıoğlu köprüsünden geçerken indik, bir foto çektik. Andık, saygılar sunduk ilerledik.
Bir ara açlık vurdu, durduk. Kahvaltı vs yedik içtik. Sonra Çemişgezek'e vardık. Yol boyu bir sürü dağ keçisi ya da geyik gördük. heyecanla hoplayarak fotolarını çektik. Taş Köprüye uzaktan el salladık ve devam ettik Ovacık'a d













oğru.
 

18 Nisan 2024 Perşembe

YenidenBiz ile Koşuyorum

Hayatta her insanın zorlandığı zamanları vardır ve de muhteşem keyifte güzellikte geçen zamanları. Bunlar dalga halinde gelir geçerler. Ben de birinci fazın içinde yoğrulurken ikinci fazın hasretini çekiyorum. Vuslat tez olur umarım.

Şu üç beş aydır aydır hayat çok zorluyor, her yerden sıkıştırıyor. Sanki bedenime bağlı halatlar var ve farklı yönlerden çekip sıkıştırıp canımı yakıyor. Halatlar kanatıyor.

Tüm bunların içerisinde akıl ve beden sağlığımı korumamı sağlayan tek şey koşmak sanırım. Nefes alamaz gibi olduğumda çıkıp uzun-kısa, hızlı-yavaş neyse, bedenim neyi istiyor, neyi kaldırabiliyorsa çıkıp koşuyorum. Bunu da neredeyse her gün yapıyorum ya da haftada en az 6 kere diyelim. Belki hiçbir sorunun çözümü değildi koşmak ama kelimelerle ifade edemediğim bir yardımı vardı. Dayanma gücü veriyordu sanki, elimden tutup, sırtımı sıvazlayıp geçecek her şey geçecek der gibi. Annen de ablan da sağlığına kavuşacak, işte işler yoluna girecek,evde tadilat bitecek, sen kendi evinde keyifle yaşayacaksın, haydi az kaldı der gibiydi. Eksikliğini hissetiğim, duymak istediğim bu sözleri bana koşmak fısıldıyordu sanki. Sabahtan kahrettiğim şeyleri koşu sonrası, kahvaltımı yaparken şunu şöyle bunu böyle yapabilirim gibi, haydi iş başına. Şunla şunu konuşayım, bunla bunu halledeyim deyip bir işbazlık içerisinde buluyordum kendimi. O zaman koşuya ilaç diyemez miyiz? Bence deriz.

İşte bu süreçte ilaç niyetine koştuğum kilometreleri YenidenBiz Derneği için koşuyorum. Yani kadınlar için koşuyorum bu sefer. İş hayatına dönmek isteyen kadınların yanında, onlara destek olmak için çalışan YenidenBiz Derneği için. İş hayatına geri dönmek isteyen kadınların, bu çabalarını ben de desteklemek için koşuyorum.

Benim için ilaç olan bu sevdiğim aktivite kadınlara iş olsun diliyorum. 28 Nisan Pazar günü İstanbul Yarı Maratonu’nda 21 kilometreyi YenidenBiz için, kadınlar için koşacağım. Eğer siz de kadınların iş hayatında daha çok varlık göstermesini istiyorsanız, başka türlü çıkmaz karanlıklar aydınlığa diyorsanız, iyileşmede bir payınız olması için sen de bağış yap, göster isteğini ve desteğini.

https://fonzip.com/yenidenbiz/kampanya/yeniden-biz-ile-kosuyorum

 

22 Eylül 2023 Cuma

Kaçkar Ultra Maratonu notları...

Kaçkar Ultra katıldığım ilk ultra yarış. Bunda da 55km'ye değil 18km'ye katıldım, bir göreyim nedir ne değildir şu ultra denen şey diye.18 km de ITRA'ya 1 puan veriyormuş ama zaten puan toplamak gibi derdim yok henüz.

19 Haziran 2023 Pazartesi

Falım sakız ve ChatGPT

Geçen gün markete giderken teyzenin biri çevirdi beni 'hişş bakele, nereye gidiyon hızlı hızlı' dedi. İlk başta bana değildir diye düşündüm ama etrafa kısa bir bakınca benden başka kimse olmadığını gördüm ve sesin geldiği yöne döndüm. 

Baktım yaşlıca bir teyze, tekrar sordu nereye gidiyorsun diye. Markete gidiyorum dedim, ne yapıcan dedi (e kasiyerle bir çay içecektik diyemedim), alışveriş yapıcam dedim. 'Haa' dedi ve nerede oturuyorsun sen diye ekledi. İçimden hadi bakalım, bunun sonu nereye bağlanacak diye geçirdim ve İlkokulun arkasında oturuyorum teyze dedim. Haa oy attığımız yer dedi (seçimlerden bir kaç gün sonra yaşanıyor mevzu), evet teyze orası dedim. Geçen gün ora götürdülerdi beni, oy attımıdı dedi. Doğrudur dedim. 

Bakele dedi, sanki bir sır verecek gibi eğilip. Marketten bana da Falım sakız al tamam mı dedi, tamam teyze dedim. Ben burada balkonda oturuyom, bekliyorum. Tamam teyze dedim ve markete gittim. Aradığımı bulamadım ama mecbur damla sakızlı Falım sakızı alıp kasa sırasına girdim. 

Neyse, döndüm geldim aynı sokağa, teyze balkonda yok. Ertesi geçtim yok, sonraki gün geçtim yok. O günden beri günde en az bir kere geçiyorum o balkonun önünden ama teyze sırra kadem bastı. Sakızlar da çantamda kaldı, 5x5, 25 tane Falım sakız. 

Bir etiket okuyucusu olarak paketin arkasını çevirdim ve ne yazıyorsa okudum. Ama asıl dikkat çeken şey Mondelez International. Bu ne yaa, ne alaka dedim ve tabii ki ne yaptım (önce Google'da bir karıştırıp) 

ChatGPT'ye sordum

ben- "Mondelez International Falım sakızın sahibi midir" diye.

ChatGPT; Hayır, Mondelez International, Falım sakızlarının sahibi değildir. Falım sakızlarının sahibi, Doğanay Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.'dir. Doğanay Gıda, Türkiye'de popüler bir sakız markası olan Falım'ın üreticisidir. Mondelez International ise bir Amerikan çok uluslu gıda şirketidir ve dünya çapında birçok markaya sahiptir. Bazı ünlü markaları arasında Cadbury, Oreo, Toblerone, Milka ve Trident bulunmaktadır. Ancak, Mondelez International'ın Falım sakızlarının sahibi olmadığını belirtmek önemlidir.

Alalaa dedim içimden ve bu sefer, 

ben- "ama Falım sakızın üzerinde mondelez international yazıyor" 

ChatGPT; Özür dilerim, yanlış bir bilgi verdim. Mondelez International, Falım sakızlarının sahibidir. Falım sakızlarının sahipliği 2016 yılında Mondelez International tarafından Doğanay Gıda'dan devralınmıştır. Mondelez International, dünya çapında bir gıda şirketi olarak çeşitli markalara sahiptir ve Falım sakızı da bunlardan biridir. Lütfen önceki yanıtımı dikkate almayın ve bilgilendirme için teşekkür ederim.

Ve evet, Falım sakızlarının sahibi Mondelez International'dır. ChatGPT'nin ilk dediklerinden hemen emin olmayın, teyid edin.

Ne sakızmış arkadaş....

Şimdi de bari bir tane çiğnemeyi deneyeyim, hem falını da okurum dedim. İşte şu anda sakız şişirip, fal okuyup blog yazıyorum, tezatlar içinde sakız oldum netekim. Akşama bu dişler hesap soracak benden, ah teyze ah, bari sakızlarını verebilseydim....

 

27 Aralık 2021 Pazartesi

Meksika'da zaman...

 Geleli 10 gün oldu Meksika'ya ve bunca zamanda ne çok şeyi, ne de çok yanlış biliyormuşum dedim çokça zaman. Öncelikle Meksika deyince Amerikan filmlerinde kafamda oluşmuş bir yapı varmış onu anladım. Sanki hepsi ganster gibi gösterilmiş bize hep, ki böyle bir önyargıyı aşıp buralara gelmem bunca zaman almış. Lakin alakası yok. Medeniyette kesinlikle bizden ilerideler ve yönleri de ileri doğru, geri değil. Bizde herşeyin geri gittiği son 20 yılda tüm memleketler çok yol almış.

Gelirken de kafamda binbir soru vardı. Lakin şu anda ne kadar cahilmişim diyorum. Zaten öğrendikçe, ne de çok cahil olduğumun farkına bakıyorum. Bir anladığım da şu; cahil olana öğretmedikçe cahilliğinin farkına vardıramazsınız! Hayat bir çelişki bir dilemma, nasıl da bir içiçe geçmişliktir böyle.

Neyse dönelim Meksika'ya. Türkiye'den gelişi uzun sürüyor arkadaş. Uç uç bitmiyor. İstanbul Mexico City direct uçak var THY ile. Ancak direct olduğuna bakmayın arada mutlaka bir yerde layover yapıyor. Ben Panama aktarmalı almıştım biletimi, direct uçuştan %30 daha ucuzdu (gerçi yine de Ekim'21'de 1200dolar tuttu)İstanbul'dan kalkıp önce bir Bogota'ya konduk, sonra geldik Panama'ya konduk. Burada Copa Airlines'a aktardık ve sonra başka uçakla CDMX'e (Ciudad de Mexico)geldik. Geçerli Amerika vizem olduğundan ayrıca Meksika vizesi almama gerek kalmadan, vizesiz rahatça geçebildim. Uçakta bir form doldurdum, pasaporttan geçerken o formu verdim, bana 35 gün kalış hakkı yazdılar pasaportta ve geçtim. Lakin pasaport-gümrük çok yavaş ilerliyorlar, biraz sabırlı olmak lazım. 1,5 saat falan ayakta dikildik. Nepal'e benziyor genel görüntü ama elle de yapmıyorlar aslında. Özellikle yavaş hareket ediyorlar herhalde. Ama Meksikalılar sıra konusunda Avrupalılar gibiler. Herkes saygı ile sırasında bekliyor. Kimse kimseye sırttan yapışmıyor, çocuklar kıyım kıyım sağınızdan solunuzdan girip önünüze geçmeye çalışmıyor, çalışanları anne babaları toparlıyor. Meksika içinde yurtiçi uçuşlarım da oldu. Hepsinde manzara benzerdi. Saygıyla bekliyorlar, sıraya giriyorlar, kimsenin hakkını yemiyorlar.

Meksika da korona;

Burada bir trafik ışığı sistemi var. Bölgeleri göre kırmızı, sarı, yeşil gruplamışlar. Ben gitmeyi planladığım tüm yerler yeşildi. Nasıl oturtmuşlar bilmiyorum ama iyi kurmuşlar sistemi. Maskesiz asla bir kişi bile göremezsiniz sokaklarda. Her dükkanın girişinde elinize dezenfektan sıkıyorlar, mutlaka kabul etmeniz lazım, isteğe bağlı bir şey değil. Mexico City'de caddelerde dezenfektancılar var. Birbirinize çok yakınlaşmayın diye çığırıp isteyenin eline dezenfektan sıkıyorlar. Bazı yerlere girerken çantanıza veya tümüyle size de sıkıyorlar.

Oaxaca'da otelde rezervasyon yaptım booking'den ve hemen akabinde lütfen aşı kartınızı gönderiniz maili geldi. Su, sabun, kağıt olmayan yer pek görmedim. Şu anda Aralık 25 ve Avrupa'da şiddetli artış sebebiyle yine her yeri her şeyi kapadılar. Ancak burada hayat, korona koşullarında normal devam ediyor. Patlayan çatlayan bir şey yok. Hatta önceki gün gittiğim Tule Ağacı'nı bir hafta önce görüşe açmışlar. Mini mini normalleşmeye devam yani. Ama istediğim, beklediğim ve bulamadığım hiç bir şey olmadı. Hatta dün geceki partileme halleri, hayatın normal gittiğinin ayrı bir kanıtı.

Nerelerde kalıyorum;

Airbnb ana aracım. Çalışıyor olunca mecbur ev konforu gerekiyor. Özellikle internet için. Otellerin interneti evler kadar iyi değiller ne yazık ki. Evleri de rezerve etmeden önce interneti kontrol edip öyle yaptım. 

Buraya 11 Aralık sabah 8:25 THY uçağıyla geldim ve Meksika saatiyle (TR'den 9 saat geri) 21.40'ta indim. Gece yarısı da Airbnb'den tuttuğum evceğizime girdim. Gelmeden önce epey araştırma yapma şansım oldu. Kaş'ta Serkan'ın şirketten Meksikalı arkadaşı (adam Meksikan şirketinde çalışıyormuş iyi mi) Andrea sayesinde, nerelerde kalmalı diye tüyolar aldıydım. Polanco, Condesa ve Roma dediydi. İlk evimi Polanco'da tuttum. Bizim Etiler, Ulus gibi bir bölge burası. etraf süper şık, insanlar süper şık, dükkanlar süper şık vsvsvs. Polanco'nun içi çevresi her yer öyle. Diğer yerler nasıl diye anlamak için 3-5 km uzaklaşmak gerekiyor.

Evim evim. Evim ise müthiş bir sanat eseri. Eve 6 günlük 350Euro civarında bir şey ödedim. Bir Avrupalı için hiç bir şey olan bu rakam bizim devalüasyon zamanı baya çok para etti :) Fakat evin kendisi, içi, temizliği, avlusu ve sahibi vs kesinlikle eder. Gece çalıştığım için özellikle düzgün bir yer aradım. Ve çok memnun kaldım evden ve her şeyden.

Duvarları döşeyen tablolar inanılmazdı. Avludaki duvar resimleri de öyle. Alejandra müthiş zevkli bir kadın belli. Burada 6 gün kaldım. Bu süreçte iş epey yoğun olduğundan