22 Ağustos 2010 Pazar

Sevgiyi tuşlarla mı yazıyorsunuz?

Bir blog'cu' olarak, yine muhtelif sitelerde fb'ta falan bir şeyler okurken Müşfik Kenter'in bu şiirine denk geldim. Okudum, tekrar okudum, tekrar tekrar okudum.
Evet kablolar üzerinden aşk olmazdı, doğru söylemişti yine...


Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, ......"Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?

Müşfik KENTER


Ha bu arada benim bu şiiri blogumda yazmam biraz abesle iştigal oluyor sanırım :S

6 Ağustos 2010 Cuma

Neler yapıyorum şu sıralar ve at sevdası

Neler yapmıyorum ki ya da neler yapmak istemiyorum ki aslında. Yapmak istediklerimin listesini yapayım dedim, baktım liste çok kabarık, hepsi mümkün değil, o zaman bir sıraya koyayım dedim. En olasıdan, daha zor, daha ciddi, daha radikal şeklinde sınıflandırıp sonra bunları olabilirliklerine göre sıraya dizdiğimde, aslında o kadar çok kaynak ayırmadan yapmaktan çok mutlu olacağım şeyler olduğunu gördüm.
İşte bunlardan birisi de ata binme. Roma'dayken bu Nisan ayında bir denemiştim o ünlü Zekeriyaköy anısından 5 yıl sonra (bu apayrı bir konu her duyan çok iyi sıyırmışsın diyor). Roma'nın 90 km güneyinde Sabaudia'da, Circeo milli parkındaki klüpte denemiştim, müthişti. Mekan, atlar, hoca, her şey çok güzeldi. Sevgili alman hocamla beraber ata binerken müthiş keyif aldıydım ve hocamın da şiddetli ısrarları ile Türkiye'ye geldiğimde bu işle uğraşmaya karar verdiydim (doğal olarak bu işe yetenekliymişim. öyle böyle değil)
Ben de bir gün bu konuyu iş yerinde yemekte bir arkdaşımla paylaşmıştım. Canım arkadaşım sağolsun şu fırsat sitelerinden birinde 8 saatlik binicilik dersi +1 saat doğada yürüyüş için çok iyi fiyatlı bir seçenek olduğunu söyledi telefon açıp. Hatta o gün eğitimdeydim, akşam bakarım demiştim de 'akşama bırakma süresi bitiyormuş hemen bak hemen' dediydi. Amanın deyip sevgili 3G Vodem'im ile bağlanıp dediği siteden satın alma işlemini başarıyla tamamladım o gün, 13 Temmuz'10 Salı günü.
Sanırım bu tarih daha da önemli olacak sonraları.
Bu arada işin güzel bir tarafı da o zaman beraber eğitim de olduğum bir arkadaş da aynı fırsatı Pazar günü almış, Salı günü yapılan yoğun istek üzerine olan bir tekrarmış. (yoğun olduğu belli ders için zaman ayarlayamıyoruz şu sıralar)
Neysem efendim hep beraber kararlaştırıp o Pazar günü buluşup gittik Atlıtur'a, 12 için sözleşmiştik ama 2 saatlik gecikme sonunda, tanıştık dinledik ve sırayla atın sırtına çıktık.
İşte bütün macera böyle başladı.
Şimdi ders günle iple çeker halde, her güne bir şey sıkıştırmaya çalışıyorum, hatta bedava seyislik yaparım tımar ederim, yedekte gezdirim, yemlerim falan diyorum :))
Bu arada binicilik konusundaki gelişmeleri daha sonraki yazılarda anlatayım. ha unutmadan ilk dört nal denememde attan düştüm. Bilen bilir şahane düşerim :)