11 Aralık 2010 Cumartesi

Frodo'nun düğünü

Onlar erdi muradına, biz çıkalım kerevetine... 28 Kasım 2010, Frodo ve Esen'in birlikteliklerini resmileştirdikleri gün. Güzel bir bahar günü ya da bahardan kalma güzel bir gün.
Uzun zamandır görmediğim, göremediğim arkadaşlarım hepsi bir arada, ortam bayram havasında.
Sabahtan bizim kızlarla yaptığımız şahane bir kahvaltıdan sonra geldim Beşiktaş Evlendirme Dairesine, nikah 14.45'te ben 14.30'da oradayım. Arabayı garaja koyduk, tuvalete girip, kıyafet vs işleri hallettik ve sonra ablam Beşiktaş'a çarşıya ben de üst kata nikah dairesine. Altın işini de kolayca halledince girdim salona. Süper zamanlama. Misafirler yeni yeni yerlerini alıyorlar. Ayaküstü arkadaşlarla hızlıca merhabalaştık, öpüştük, selamlaştık. Çok heyecanlandım, anlatılamaz şekilde mutlu oldum. Birisini ne kadar özlediğinizi anlamak için onu görmek lazım. Yoksa, gönül unuttuğunu sanıyor. Gerçek sevilenler için bu geçerli değil. Her sarıldığım arkadaşımla yüreğim biraz daha büyüdü. Nikahımız hızlıca başladı, sevgili nikah memurumuzun o nacizane sorusunu Frodo ve Esen, 'evet' olarak cevapladılar, ayakta karı-koca ilan edildiler ve evlilik cüzdanlarını teslim aldılar ve tebrikleri kabul etmek için salonun dışında, kendilerine ayrıla köşelerine geçtiler. Biz de arkadaşlarlar sırada yerimizi aldık. Geyik de tüm hızıyla devam ediyor tabi :) Çifti öpüp, takısını takıp, resmimizi çektirdikten sonra, elimizde şekerimiz ve remimizle biraz da dişardaki güneşin altında devam ettik lafa. Bir iki foto daha çekip, akşama düğünde görüşmek üzere şimdilik hoşçakalın dedik. Volki de ofise gidiyordu, beraberce yürüdük, ablayla da buluşup Beşiktaş'ta biraz takıldık. çay kahve içtik. Akşam Beşiktaş Galatasaray maçı öncesi Beşiktaş'ın fazlasıyla hareketlenmesi ve zamanın da daralması sonucu kalkıp garaja doğru yürüyerek, aldık arabayı, gittik evimize. Hızlıca da geri çıkıp pazara indik, bir sürü meyve sebze ile döndük eve :) Bilen bilir, pazarda kendimi kaybediyorum, o taptaze yeşil yeşil sebzeleri, o rengarenk meyveleri görünce hepsini almak istiyorum :)
Düğün için hızlıca(!) hazırlanıp, Volki'nin de katkılarıyla vardık Maslak Orduevi'ne. Otoparkta, salonun kapısında, içerde yine yeniden selamlaştık, öpüştük kokuştuk. Yine vardı ağızlar kulaklara :) Ne güzel, dostlarla bir arada olmak. Sonrasında masalarda yerler alındı, rakılar ısmarlandı, kadehler tokuşturuldu, siftahlar yapıldı. Yeni Rakı, her derdin ilacı.
Vee çiftimiz salonu şendirir... Esen, bir damla su, bir inci tanesi gibi. Fıradım canım arkadaşım, ne de güzel yaraşmış smokin sana böyle. Sonra BonJovi başlar söylemeye, çiftimiz başlar dans etmeye. Biz de sahnede yerimizi aldık tabii, kısa bir süre sonrasında.
Müzik değişip de oyun havasına dönünce, e arkadaşların da hatırı sayılır miktarı da Trakya'lı olunca pist doldu, rakı boşaldı, rakı boşaldı pist doldu. Bir ara 'Caney Caney' ile kopma anı gerçekleşti :)) Çoook keyifli bir düğün oldu. Uzun zamandır böyle oynamamıştım. Maytaplı bir gösteri eşliğinde, çiftimiz pastalarını kestiler, yediler yedirdiler. Pastanın verdiği enerjiyle, pisti biraz daha eskittik.
Neysem efendim bol eğlenceli, bol oynamalı, çoook keyifli bir düğün oldu.

Onlar erdi muradına, biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düşmüş, biri gelinin başına, biri damadın başına, biri de siz sevgili okuyanın.

Darısı da isteyenin başına :)

Mutluluklar dilerim arkadaşlar...

5 Kasım 2010 Cuma

Midilli(Lesvos) - 2

Bu günlerde yazmak ve okumak yapabileceğim yegane şeyler. Önceliği de yazmaya ve bu vesile ile de resimleri toparlamaya, düzenlemeye verdim. Yazmayı düşündüğüm istediğim ne varsa, şu on günde yazarım herhalde. O kadar çok şey birikti ki. Midilli daha bitmemişken, Mont Blanc, Nepal, sırada heyecanla bekliyorlar taze sıcak. Tabii bir de şaraplar var, ooo çok şey varmış hızlıca işe koyulmalı. Haziran'daki Selanik'i de unutmuşum bu arada.
Geçen yazıda Midilli kısa kısa demiştim ama detaylara girince uzun sürdüydü. Şimdi de aynı şekilde devam edeceğim. Nitekim bunlar aynı zamanda benim için zamanın logu oluyorlar, dönüp okudukça hem hatırlıyor, hem tekrar keyif alıyorum.

Efthalou'da kalmıştım en son. Otelin adını not almamış olduğumdan yazamadım, ama sahilde ve güzel bir yerdi. Sabah kalkıp şahane bir kahvaltı yaptıktan sonra günün programını belirledik kısaca ve bir iki resim vs derken, bindik arabamıza, düştük yolumuza.
Aklımızdaki ilk şey Molivos'ta taş evlerde kalacak yerimizi ayarlamak, sonra batı sahiline doğru yol alarak, önce Sigrio, sonra da Eressos'u görmekti amacımız, tavsiyeler üzerine. Bu iki noktada özellikle denizin çok güzel olduğuna dair tüyolar almıştık. Molivos'ta kalacak bir taş ev bulmakta çok zorlanmadık, teyze ile anlaşıp bu bahçeli, limon ağaçlı şirin evdeki odamıza eşyalarımızı atıp şimdilik elveda diyerek arabıma bindik ve Sigrio-Erossos yollarına düştük.
Sigrio'ya giderken yolda enteresan bir şekilde bütün tabelalar bir meydana yönlendiriyordu bizi. En sonunda bu kadar sayıdaki tabelanın hatrını kırmayalım da gidelim görelim şu meydanı dedik. Gerçekten de gidip gördüğümüze değdi. Ortasında devasa bir çınar ağacı olan, her yanı kafe ve restauranlarla dolu, köylülerin, gençlerin oturmuş gölgeliklerde, o rengarenk, tahta sandalye masalarda dinlendiği, yemeğini, tatlısını yediği, tavlasını oynadığı, şirin mi şirin bir yermiş. Burası bizim için hem şahane bir mola noktası oldu, hem de o güzel waffle'ın tadına bakmış olduk. Hıımm pek lezzetliydi. Sonrasında yolumuza devam ettik, Sigrio'ya yaklaştığımızda ünlü 'Lava Path' için bazı bilgilendirme tabelaları gördük, bu gezi benim için yürümeli değil, arabalı gezi olduğu için, belki bir daha ki sefere diyerek fotografını çektim sadece. Çok güzel bir tepeden doğru sahile inmeye başlamıştık artık. Sigrio'da gerçekten çok güzel bir deniz vardı ve burada denizde ilk defa kıpkırmızı bir deniz yıldızı gördüm. O kadar heyecanlanmıştım ki, dönüp dönüp dalıp tekrar tekrar baktım. Belki dalanlar için kırmızı deniz yıldızı görmek çok olağan birşeydir ama benim için pek değil :) Sonra bunun da bir sonu olmadığından sudan çıktım ve Sigrio'ya son bir bakış atıp, kırmızı deniz yıldızına elveda diyerek Erossos yollarına düştük.

Erossos sahil boyu restoran, kafelerle dolu, yeme içme ve yürüme için iyi ve hareketli bir yer. Ama deniz felaket, sahil yok! Hatta kafeler kumun üzerine cumba gibi çıkıntılar yapmışlar. Öyle ki, denizden çıktığınızda birisinin tahta sütunlarına kafanızı çarpabilirsiniz. Öyle yatıp güneşlenecek yer ise hiç aramayın. Yok. Şaka değil. Denize girmemle çıkmam 10 dakikadan uzun sürmedi, şöyle bir dalmam yetti çıkmam için.
Saat itibariyle waffle'ı çoktan sindirmiştik ve açtık o zaman bu kadar yer arasında bir yer bulup deniz böcekleri yiyelim dedik. İlk oturduğumuz yerde,bir türlü sipariş vermeyi başaramadık. Garsonlar bakmamakta ısrarlıydılar, sonra buradan kalkıp daha sakin bir yere oturduk. Sonra gelen yiyecekle buranın neden boş olduğunu anladık :) Gelen karidesler ve balıklar temizlenmemişlerdi! Nasıl olur demeyin öyleydi. Yani kötü bir yemekten sonra, kısmet akşama deyip arabamıza binip şahane gün batımı manzaraları eşliğinde Molivos'a döndük. Demekki neymiş Erossos'tan uzak durulacakmış, Sigrio'dan ayrılınmayacakmış.
Molivos'a evimizde bir güzel duştan sonra attık kendimizi sokağa, burası capcanlı, ışıklı, şen bir yer. Gezecek, görecek, alacak, yapacak çok şey var. Ne güzel. Biraz alışverişten sonra, akşama saklanmış açlığımızı doyurmak için marina'da bir restoran seçtik. Ne iyi yapmışız :)) Şahane ve kocaman karidesler ve yarım kilo kadar kalamar ızgaralar, salatalar şarap ve ekmeklerle donatıldı masamız. Vee çok lezzetliydi hepsi. İnanmayacaksınız ama bir porsiyona konmuş on tane dana boy karides o kadar çok geldi ki kedilerle paylaştık. Bir kaç taneden sonra onlar da yiyemediler :) Bu kocaman yemeğimize de sadece €35 verdik. Şarabımız da ayrı bir lezzetliydi. Denize 50 cm mesafede, balıkları seyredip, sevgili işlemecimiz ve garsonumuzla laflayıp, resimler çekip çekilip, hafif dumanlanıp, günün yorgunluğunu atmak üzere evimize geldik yavaş bir yürüyüşle. Ee sabah vakti dönüş vakti idi. Her güzel şey gibi bu kısa gezinin de bir sonu vardı.
Sabahtan fazlasıyla erkenden iskelede olduk, kahvaltı ve ardından arabayı teslime edip, Fatih abi'ye hoşçakal diyerek feribotla Ayvalık'a döndük. Gümrükte bizi bekleyen arabamıza yerleşip Ayvalık'ta çay tost ve alışveriş molası verdik. 30 Ağustoş için Ayvalık Belediye Bando'sunu dinledik eşlik ettik ve yavaş yavaş yol aldık. Mudanya'dan bindiğimiz feribottan sonra, bir de baktık ki Yenikapı'ya gelmişiz.
Ne güzeldi Ayvalık, Cunda, Midilli...

18 Ekim 2010 Pazartesi

Midilli(Lesvos) gezisinden kısa kısa...

Üzerinden zaman geçince hatıralar silikleşiyor. Daha fazla kaybolmadan yazıvereyim kısa kısa.
Zafer Bayramı en iyi nerede kutlanır diye düşünüp sonra Yunanistan cevabını verdik. Pek manidar oldu tabii, konunun anlam ve önemini düşününce.
Çok planlı bir gezi değildi, çıktık yola, baktık duruma, uyarsa gideriz dedik, baktık uyduruyoruz, e hadi ne duruyoruz 'gidek gari' deyip bindik feribota. Önce şunu söyleyeyim ki, feribot için rezervasyon vs. yapmanıza gerek yok. 2 tane şirket var Ayvalık'tan Midilli'ye giden, bunların ikisini de iskelenin tam karşısında bulabilirsiniz, görmemeniz imkansız. Ben bizimkini Cunda Lines'ten aldım, size de tavsiye ederim. Merak edenler için, bir kişi gidiş-dönüş bilet 20 euro. Vergi şu bu vs. yok(bazı sitelerde böyle şeylere rastlamıştım ama yok öyle bir şey). Neyse bu arada biz akşam 6 feribotu ile gidecek olduğumuzdan vakit var, 'e ne yapalım' dedik ve Cunda Adası'na geçtik. Orada klasik olacak ama iskelede yürüdük, hediyelik eşyalara baktık, pazara gittik (bilen bilir pazar görünce dalarım, meyvelerin hatrını sorarım) meyve ve kuruyemiş aldık, sonra da meyveleri yıkayıp afiyetle yedik. Cunda'nın vazgeçilmezi olarak Taş Kahve ya da nam-ı diğer Aynalı Kahve'ye gidip iki çay içtik, denizi havasını ciğerlerimize doldurarak, sudaki kımıl kımıl güneşi gülücüklerle selamlayarak. Sonrasında mideden gelen sinyallere kulak verip, burnumuza gelen güzel kokuları takip ettik. Çok zor olmadı papalina yiyebileceğimiz bir balıkçı seçmek. Papalina hamsi gibi ufak bir balık. Ayvalık'ta gördüm ve yedim sadece, oraya özgüdür. Ufak tefek ama pek lezzetlidir, kızartması yapılır, çerez niyetine yenilir. E artık karnımız tok, sırtımız pek olduğuna ve bizi bekleyen feribotun vakti de yaklaştığına göre, yola düşme vakti idi. Sonrasında Ayvalık'a dönüldü, pasaportlar hazırlandı (vize gerekli!), gümrük çıkışı yapıldı ve Üsküdar Beşiktaş motorları büyüklüğündeki feribotumuza binildi. Yaklaşık 45 dakika sonra Midilli iskelesinde indik saat 7'ye doğru. Cunda Lines'taki abinin dediği gibi, Midilli'de Fatih'i bulduk.
Dönüp baktığım şu geçen üç günü tekrar düşündüğümde, insanoğlunun o kadar da kötü bir yaratık olmadığına an oluyor insan. Halen o kadar iyi insanlar var ki ve o kadar yardımseverler ki. Ama şehir hayatı bizim tepkilerimizi değiştirmiş, açıklanamaz refleksler serpiştirmiş saf varlığımıza. Öküz altında buzağıyı arıyoruz gerçekten. Birisi karşılıksızca yardım ettiğinde 'neden' diye sormadan edemiyoruz. Halbuki bu insanın doğasında vardı, ama biz unutmuştuk. Öylesine unutmuşuz ki, ruhumuz kömürleşmişcesine karanlık olmuş fikirlerimiz. Ama ara ara karşılaştıkça böyle iyiye, hatırlıyor insan, anımsıyor bu güzellikleri. Hele bir de Midilli'nin dağlarının güzelliğine karışınca bu iyi hava, gülücüğün yüzde kapsadığı alan genişliyor, gözler parlaklaşıyor. Fatih abinin kartını özellikle koyuyorum arkadaşlar, giderseniz uğrayıp bir selam söyleyin. Feribottan çıkınca, tam karşıda göreceksiniz ofisini.
Biraz muhabbetten sonra, arabamız hazır, evraklar için gerekli son imzaları da attık, açtık GPS'imizi, düştük yolumuza. İstikamet neresi, Molivos. Gecenin karanlığında, tek şeritli, inanılmaz virajlı, kimi zaman denize sıfır giden, aydınlatması olmayan ve bilmediğiniz yollarda yeni kiraladığınız araba ile seyahat etmek çok keyifli(!), ama bizim gibi 'şoförlüğünüze güveniyorsanız şu yoldan da gidebilirsiniz' gibi sözlere itimat edip(ya da ne derseniz), şoförlüğünüz iyi olsa bile tali yollara girmeyin derim. O girdiğimiz yolda ancak traktör giderdi ki, zaten bizden başka hiçbir araca rastlamadık. Bazı noktalarda tırstık mı evet :) Neyse bu tali yol, bize takribi birbuçuk saate ve biraz nörona mal oldu. Saat 11 gibi Scala Scamnia'da planladığımız akşam yemeğini pas geçerek vardık Efthalou'ya. Bu arada eğer olur da, siz giderseniz, bu restoranda yemeği pas geçmeyin. Pek bir ağızlara layık deniz ürünleri yaparlarmış. Ha bir de Efthalou yerine bir iki km ötedeki Molivos'a gidin otel bulmak için. Orada o taş evlerde kalın derim, 4-5 yıldızlı otel merakınız yoksa. Biz Efthalou'da kalmayı planlamış olduğumuzdan buradaki otellerde şansımızı zorladık ve sonra gerçekten çok şık bir otelde 1 gecelik yer bulduk. Vee önce eşyaları odaya, sonra da kendimizi bara attık. İlk biradan sonra daha da parlıyordu gözlerim.
Bu yazıya Midilli'den kısa kısa demiştim ama uzun uzun oldu ve bitmedi de. Arkası yarın o zaman. Ama yarına yazacak başka şeyler vardı halbuki. Artık hangisi ne zamana yetişirse o zaman :)

3 Eylül 2010 Cuma

Mont Blanc'ta yürümeye gidiyorum

Bildiğiniz gibi önümüz bayram, Şeker Bayramı. E 2,5 günü bayrama ekleyip bu firsatı değerlendireyim dedim. Hem Ekim'deki aktiviteden önce şöylebir yüksek dağda yürümek iyi olacaktır. Gerçi bu kadar sert bir şey olmayabilirdi belki ama, ben zoru seviyorum sanırım. Başardıktan sonraki keyf için herşey.
Neyse efendim, plan şöyle 4 Eylül Cumartesi sabah uçuşu ile Cenevre'ye gidiyorum, aynı orada Chamonix'e geçeceğim, ertesi sabah da eğer grubu bulabilirsem bir gruba katılacağım. Ondan sonra Mont Blanc tepesindeki circuit üzerinde yürüyor, tırmanıyor, uçuyor, kaçıyor olacağım. İlk gün için belirlenen yükselme miktari 1200m, artık mesafeleri siz düşünün. 18km'den kısa parkur yok, seviyesi 1-5'e olan bir değerlendirme içinde 4-5, dik tırmanışla epeyi varmış. Yani beni şahane inanılmaz heyecanlar, yüksek adrenalin seviyesi bekliyor. Heyecan dorukta, tek görünen sorun bazı önemli malzemelerimi bulamamış olmam. E bir de herşeyi son üç günde ayarladığım için (bilet var program yoktu :) ) hayatımın en hazırlıksız dağ tırmanışı/yürüyüşü olacak, bakalım son gün bir şeyler ayarlamaya çalışacağım. Şu an tabii foto ekleyemiyorum henüz olmadığı için :) Ama dönünce yazar ve resimlerle süslerim :)

Yaptığım ama yazmadığım gezilerim de bir ara onlara da ilgi göstereyim. Mesela geçen hafta sonu yaptığımız Ayvalık-Cunda-Midilli-Ayvalık gezisi gibi. Ondan öncekileri unuttum bile. Hafıza çok hain bir arkadaş.

Bana güç kuvvet ve şans dileyin. Şans özellikle hava durumu için gerekli, kar, yağmur mevsimi açılmış. Çok haşat olmam umarım :D

22 Ağustos 2010 Pazar

Sevgiyi tuşlarla mı yazıyorsunuz?

Bir blog'cu' olarak, yine muhtelif sitelerde fb'ta falan bir şeyler okurken Müşfik Kenter'in bu şiirine denk geldim. Okudum, tekrar okudum, tekrar tekrar okudum.
Evet kablolar üzerinden aşk olmazdı, doğru söylemişti yine...


Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, ......"Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?

Müşfik KENTER


Ha bu arada benim bu şiiri blogumda yazmam biraz abesle iştigal oluyor sanırım :S

6 Ağustos 2010 Cuma

Neler yapıyorum şu sıralar ve at sevdası

Neler yapmıyorum ki ya da neler yapmak istemiyorum ki aslında. Yapmak istediklerimin listesini yapayım dedim, baktım liste çok kabarık, hepsi mümkün değil, o zaman bir sıraya koyayım dedim. En olasıdan, daha zor, daha ciddi, daha radikal şeklinde sınıflandırıp sonra bunları olabilirliklerine göre sıraya dizdiğimde, aslında o kadar çok kaynak ayırmadan yapmaktan çok mutlu olacağım şeyler olduğunu gördüm.
İşte bunlardan birisi de ata binme. Roma'dayken bu Nisan ayında bir denemiştim o ünlü Zekeriyaköy anısından 5 yıl sonra (bu apayrı bir konu her duyan çok iyi sıyırmışsın diyor). Roma'nın 90 km güneyinde Sabaudia'da, Circeo milli parkındaki klüpte denemiştim, müthişti. Mekan, atlar, hoca, her şey çok güzeldi. Sevgili alman hocamla beraber ata binerken müthiş keyif aldıydım ve hocamın da şiddetli ısrarları ile Türkiye'ye geldiğimde bu işle uğraşmaya karar verdiydim (doğal olarak bu işe yetenekliymişim. öyle böyle değil)
Ben de bir gün bu konuyu iş yerinde yemekte bir arkdaşımla paylaşmıştım. Canım arkadaşım sağolsun şu fırsat sitelerinden birinde 8 saatlik binicilik dersi +1 saat doğada yürüyüş için çok iyi fiyatlı bir seçenek olduğunu söyledi telefon açıp. Hatta o gün eğitimdeydim, akşam bakarım demiştim de 'akşama bırakma süresi bitiyormuş hemen bak hemen' dediydi. Amanın deyip sevgili 3G Vodem'im ile bağlanıp dediği siteden satın alma işlemini başarıyla tamamladım o gün, 13 Temmuz'10 Salı günü.
Sanırım bu tarih daha da önemli olacak sonraları.
Bu arada işin güzel bir tarafı da o zaman beraber eğitim de olduğum bir arkadaş da aynı fırsatı Pazar günü almış, Salı günü yapılan yoğun istek üzerine olan bir tekrarmış. (yoğun olduğu belli ders için zaman ayarlayamıyoruz şu sıralar)
Neysem efendim hep beraber kararlaştırıp o Pazar günü buluşup gittik Atlıtur'a, 12 için sözleşmiştik ama 2 saatlik gecikme sonunda, tanıştık dinledik ve sırayla atın sırtına çıktık.
İşte bütün macera böyle başladı.
Şimdi ders günle iple çeker halde, her güne bir şey sıkıştırmaya çalışıyorum, hatta bedava seyislik yaparım tımar ederim, yedekte gezdirim, yemlerim falan diyorum :))
Bu arada binicilik konusundaki gelişmeleri daha sonraki yazılarda anlatayım. ha unutmadan ilk dört nal denememde attan düştüm. Bilen bilir şahane düşerim :)

7 Mayıs 2010 Cuma

Ikinci Sicilya cikarmasi - ucuncu bolum - Taormina

Taormina’ya varigimda saat aksam yediyi gecmisti. Daha onceden Gianni House diye bir yerin telefonunu not etmistim, telefon acip sordum yerleri varmiymis diye. Varmis. E guzel oraya nasil gelebilirim diye sordugumda ise tren istasyonunun onunden otobuse binerek cok rahat gidebilecegimi ogrendim. Otobusun adini bir turlu anlayamamistim ve su anda yine hatirlayamiyorum. Neyse bekle bekle otobus gelmez, sonra gelen bir otobuse sordum ki yanlis yonde bekliyormusum. Haydee deyip karsiya gecip orada beklemeye basladim ama yine gelen giden yok. En sonunda abi(Gianni) ile bir kac telefon gorusmesi daha yaptik bu arada hava karardi ve en sonunda Gianni gelip beni aldi duraktan. Hatta motorsikletle gelecegini soylemisti ama arabayla geldi. E bu arada karsi bardan cikan zurna olmus bir kirmizi surat amca da gidecegim yere birakma konusunda pek bir centilmendi (!) Neyse sonra sevgili Gianni geldi, siyirdik. Aksam trafigi baslamis Giardini Naxos’ta, deli bir trafik vardi. Yine de kisa surede vardik gerci. Iceri daha adimimi atar atmaz bana badem sarabi ikram ettiler, hafif tatli, yogun, alkol orani yuksek bir sarapti. Pek benlik birsey degildi ama bunun araciligiyla badem uretiminin yorede onemli bir sey oldugunu ogrendim. Yol kenarinda badem agacina rastladigimda da sasirmadim. Badem agaci oldugunu nasil anladim derseniz, ciceklerinin kokusundan.

Resepsiyonda calisan cocuk Miamili bir cocuktu. Italyanca ogrenmek icin gelmis burada ve bir hafta once orada calismaya baslamis, bir de ayni sekilde bir Irlandali cocuk vardi bununla shiftli calisan, yine ayni amacla gelmis. Gianni cok tatli ve sabirli bir adam o cocuklarla da ayri ayri ugrasiyor.

O gunu makarna sarap gunu ilan etmis Gianni. Kendi elleriyle sahane soslu makarna pisirip, yanina da guzel cenap yerli bir sarap ikram ediyordu. Terastaki parti bitmis ama ben cantami birakip bir dondum ki elindeki tepsiyi bana uzatti. Bir tabak sahane domates soslu makarna ve cok guzel bir Sicilya kirmizi sarabi. Terastaki diger oturanlarla tanisip, aksam yemegimi yedim. Saat zaten gec olmustu, ertesi gunun programini yaparken uyuya kaldim.

Ertesi sabah erkenden terasta Etna manzarasi altinda kahvaltimi yaptiktan sonra, otobuse atlayip Taormina’ya gittim. Taormina bir kayanin tepesinde bir yermis. Otobus tirmandi da tirmandi. Cok sirin ufak bir kasabacik burasi, fakat Yunan tiyatrosu ve manzarasi muthisti. Sokaklarda yurudum oturdum, gezdim, yedim ictim cok guzeldi. Sonra Castelmola’ya yurumeye(!) karar verdim. Taormina icin zaten epeyi bir tirmanmistik, Castelmola icin daha da cok tirmanmak gerekiyor. Bir trafik polisine nereden yuruyebilecegimi sordum. Bir merdiven oldugundan bashsetti ama 4 km uzunlugunda birsey emin misin dedi. E ne olacak canim cikarim dedim. Neyse buldum merdivenleri ve basladim, cik cik cik cik cikiyorum. Bu arada ben yukseldikce manzara, degisen muhtesem goruntuler sunuyor. En sonunda asagidan gordugum yere eristim ama orasi Castelmola degilmis, halen oklar yukari gosteriyor, tirman tirman. O gordugum sey asagida kucucuk kaldi. En sonunda yaklasik 1,5 saat tirmandiktan sonra Castelmola’ya vardim. Burasi daha bir sirin, haliyle yuksekliginden oturu de daha sakin. Sahin yuvasi gibi bir yer. O kadar yukselmisim ki, sol ve sagimdaki tum koylari kus bakisi gorebiliyordum. Burada dolastiktan sonra asagida solda gordugum koya dogru inise gectim. Oradan Isola Bella (guzel ada)ya yurudum, biraz ayakkabilarimi cikarip ayaklarimi suya soktum, sahilde az biraz dinlendim, sonra buradan otele kadar yurudum. Yaklasik bir uc saat surdu. Yolda enteresan bir manzara(!) gordum, ama onu burada yazamayacagim. Aksam yemeği için disarda balik vs yemeyi dusunuyordum ama varisim gec vakte kalinca bundan vazgectim. O gun marketten cesitli peynirler ve ekmek, meyve vs almistim. Bunlardan kendime sahane bir sandvic yaptim, yanina da Gianni’den bir kadah sarap istedim. Super bir syrah acti. Bu yemekten sonra da mayisip direkt uyudum zaten. Aslinda buraya geldigimde bir gece kalmayi ve ertesi gun adanin kuzeyinde yer alan diger volkanik adaciklara gitmeyi dusunuyordum. Ama omrum yolda gececek ve birsey gorecek vakit kalmayacak diye bundan vazgectim ve o geceyi de giardini naxos’ta gecirip ertesi gun Siracusa’ya gitmeye karar verdim, bu dusuncelerle uyuya kaldim.

Ertesi gun arkasi yarin.

29 Nisan 2010 Perşembe

Ikinci Sicilya cikarmasi - ikinci bolum - Etna

Aksam vakti Vittorio Emmanuela yolundan yuruyerek kolayca buldum kalacagim yeri burada sadece bir gecelik rezervasyon yaptiydim. Daha sonrasinda nereye gitmek, ne yapmak isterim vs hicbir seyim belli olmadigi icin baska bir rezervasyonum falan yok, ruzgar nerden eserse seklinde geziyorum. Ama aklimda yapmak ve gormek istedigim bir dizi sey var tabii ki. Bunlardan en onemlisi de Etna yanardagini gormek. Kalacagim yere varir varmaz resepsiyondaki cocugu, Etna’ya nasil giderim, tepeye cikabilir miyim, yuruyerek cikmak mumkun mu, zirve yapan gruplar vs var mi gibi sorularla baydim. Zaten Gino(soforumuz)’de istasyondan gecerken Etna’ya giden otobuslerin kalktigi yeri gostermisti, dolayisiyla az cok biliyorum. Ama olsun daha fazla bilgiden zarar gelmez.

Oraya 1 Nisan'da gittim ve sonra ogrendim ki sezon sebebiyle(Nisan ayi dusuk sezon oluyo, Temmuz yuksek sezon) sabahtan sadece bir tane otobus varmis Etna’ya giden ve saat 8.15’te kalkarmis, tren istasyonunun onundeki otobus terminalinden ve oraya yuruyerek kolayca gidebilirmisim, en fazla yarim saat surermis (20dk surdu gercekten). Bu bilgiler isiginda sabah erkenden kalkip, cantami sirtlanip, terminalin yolunu tuttum. Otobusu buldum ve tabiiki ceyrek gece degil, 20-25 gece gibi kalkti (burasi Sicilya hayat daha da yavasJ)tam hatirlamiyorum ama 5-7 euro gibi bir para verdim bilet icin ve bu gidis donus bilet oluyormus. Haliyle Etna’da yasayamayacagimiza gore donmek de lazim.

Bu arada gunlerden Cuma, gelen Pazar gunu ise paskalya oluyor. Otobusle yaklasik 1 saat yolculukla Nicolosi’ye ulastik, orada 15 dk mola verdik, otobusun duragi imis orasi. Indik. Cevre civarda biraz yurudum, daha sonra yakinlardaki bir bara girip cafe machiato iceyim dedim. Barin arkasindaki abi haziladigi machiato’nun uzerine cikolatayla papatya resmi yapmis. O kucucuk kahve fincaninin uzerine, cikolata sosuyla o kadar bidik bir cicek resmi yapmak hakketten bir yetenek, tabii ki gorunce cok mutlu oldum. Bir anda yuzumde guller acti “grazie mille” diyerek cok tesekkur ettim. Kahvemi icip, otobuste yerimi aldim. 5dk falan sonra Etna’daki Rifugio Sapienza’ya dogru yolumuzu aldik. Bir yarim saat, kirk dakka daha surdu yol. Zaten tum yol boyunca Etna tum hasmetiyle dikiliyor karsiniza her yerde. Gormemek, hayran olmamak, sasmamak elde degil. Cok yakisikli bir dag (bunu bir de Turkiye’deki Hasan dagi icin dusunuyorum, cok yakisikli bir dag). En sonunda Rifugio Sapienza ve onundeki meydana vardik. Hepimiz indik, soforumuz aksam dort bucukta donus oldugunu hatirlatti ve gazladi.

Hemen o meydanda excursion center var, buradaki abiler zirveye cikis yapiyorlar. Zaten rehbersiz cikisa hem izin verilmiyor, hem de kendi guvenliginiz icin kalkismayiniz diyorlar. Hem de kis vakti, hic kalkismayin! Bana o kadr zor gorunmedi, gorundugunden farkliymis. Sanki kolaymis gibi gorunuyor hersey. Donuste yolumu kaybedip, sonra gerisin geri cikip tekrar patikayi takip etmeye basladigimda onayladim bunu. Gruppo Guido Alpino’daki abiler tek kisi oldugumdan cikis yapmayacaklarini soylediler, biraz bekledik 2 kisi daha geldiler, iki Hollandali. Ama uc sayisi da yeterli olmadi cikis icin (bu arada 6 saatlik yuruyus ve rehberlik bedeli 60 euro, cable car vs hepsi dahil) Neticede zirveye cikma hayalleri suya dustu, tek yapabilir miyim dedim, 2900’den sonra kar buz kapli oldugundan riskli dediler, nerede hangi baca oldugunu da bilmediginden, cok riskli, deneme dediler. Zaten rehbersiz cikmamalisin diye de eklediler. Eger yapiyor olsaydik once cable car ile bir noktaya, cikacaktik, sonra oradan unimoglarla 2900’e cikacaktik, sonra oradan da zirve tirmanisi yapacaktik 3200 kusurlere. Kabullenmem biraz zor oldu oraya gidip de zirve yapamiyor olmayi ama elden gelen birsey yok napalim.

Sonra gidip, cable car, unimog ve 2900m noktasinda rehberle kucuk gezi programindan satin aldim (50euro) sonra da 2900 e kadar cikip, sevgili rehberimizin esliginde cesitli bacalar etrafinda yuruyus yaptik. Bize uc dilde anlatti adam, neymis ne degilmis diye. Asagidaki gunesin ve sicagin aksine tepede deli bir ruzgar esiyor ve coook soguktu(mont vs kiralaniyor yukarda 2€'ya). 2900m’de kayak liftleri calisiyordu ve kayak ve snowboard yapan insanlar vardi. Daha once bunlari okumus oldugum icin o kadar sasirmadim ama yine de bir yanardagin uzerinde kayak yapiyor olmak fikri cok cekici geldi. Fakat ben kayak yapmak yerine, zirve noktalarini uzaktan gordukten sonra, inisi unimogla degil kendim yuruyerek yapmaya karar verdim ve bunu da hangi akla hizmetse acilmis patikanin uzun oldugunu dusunerek, aslinda soyle gitsem direk o telefereik noktasina ulasirim diye dusunup bir noktadan basladim. Sonra indim inidim yurudum yurudum, bir turlu o tepeyi asacak bir nokta bulamadim, hatta bir yerde kayak liftinin diregini gordum, ama o direge kadar tirmanmak cok zor geldi. Aslinda yariya kadar tirmandim ama sonra baktim bulutlanma basliyor, ben iyisimi isi riske atmayayim diyerek gerisin geri patikaya ciktim. Tabii yaptigim bu hata bana iki saate mal oldu. Anlamsizca risk aldim. Ama nedir, yanlisimi kabul edip geri dondum. Bu da bir erdemdir canim. Ayrica bakin burada itiraf ediyorum :)

Neysem en sonunda patikadan takip ederek, cable car noktasina ulastim, sonra oradan baktigimda gordugum direk ayni direkti. Yani aslinda o tepeyi assam asagida liftleri vs'yi gorecekmisim(kismet:P)

Baktim saat geciyor asagi indim, asagida da cesitli bacalar ve gorulecek oyuklar vsler var. Ayrica aciktim. Inip R. Sapienza'da fistikli makarna, salata ve nero davola esliginde guzel bir yemek yedim. E depo dolunca diger bacalari ziyarete ciktim. Silvestri bacasini ve yakinlardaki volkanik cukurlari gezdim, sonra otobuse binip Catania yoluna dustum. Ne yazikki Taormina’ya cok yakin olmama ragmen, oraya giden herhangi bir tasit vs olmadigindan gidemedim, Catania’a donmem gerekti. Catania’ya ulastigimda ise Taormina’ya tren bileti alip 7kusur euroya, hemen sonraki Taormina trenine bindim.

Arkasi yarin, Taormina maceralari bir baska.

28 Nisan 2010 Çarşamba

Ikinci Sicilya cikarmasi - birinci bolum

Mart ayinda yapmis oldugum Sicilya gezisinin uzerinden epeyi vakit gecti. Artik hayalimdeki resimler siliklesmeye basladi. Detaylari unutmadan yazayim o zaman.


Ilk yazmak istedigim;

Daha onceki Sicilya yazimda da soylemistim, bu Sicilyali insanlar bir baskalar, sicaklar samimiler, yardim severler, eglenceliler, pozitifler. Yine enteresan maceralarim oldu ozellikle otobus soforleriyle.

- Nereleri gezdim, Etna yanardagi, Catania, Giardini Naxos, Taormina, Castelmola, Messina(bu yanlislikla oldu, yanlis trene binince Siracusa yerine Messina’ya gittimJ, olur boyle seyler )

- Neler yedim; balik, balik balik, deniz urunleri vee Sicilyanin unlu tatlisi canoli tabii ki.

- Ne ictim; nero davola, etna rosso

- Neler yaptim, yurudum yurudum yurudum yurudum. Nerdeyse adayi yuruyerek arsinlayacaktim.

Sicilya’ya ilk gidisimde de enteresan bir otobus yolculugu yapmistim Mozia-Birgi de, otobus soforu Birgi’de gorecek birsey olmadigini otobusle gezdirerek gostermisti, halbuki gorduklerimin hepsi gorulmeye degerdi bence .

Bu sefer de aksam saat dokuz bucuk gibi indi ucak Catania'ya, ciktim disarda sehre giden bir otobus aradim, kosede bucakta bir otobus buldum. Baktim onunde de soforu duruyor, en azindan soru soracak bir adam diye dusunerekten atladim adamin onune. Tabi artik Italyanca cumle de kurabiliyorum ya, elimde de kalacagim yerin adresi ve google map'ten basilmis kagitlarim ile sordum abiye, bu otobus buraya gider mi, nasil giderim vs vs. Abi bana “si, si, aspetta aspetta (bekle bekle)” deyip, sonra bana otobuse binmemi soyleyip calistirdi otobusu ve hep beraber yolculuga basladik.
Yola ciktiktan sonra ogrendim ki, otobus tam o sokaga gitmezmis ama yakin bir yerden gecermis, bir miktar yururmusum veya baska otobuse binermisim oraya gitmek icin. E guzel 15 dk yurumek nedir ki benim icin. Bu arada otobuste bilet alindigini dusunuyordum, abiye sordum bilet alabilir miyim diye. Tabi tabi ama 2 bin euro dedi (!) ben hink diye kalakaldim tabii. Sakaymis. Netekim biletsiz yolculuk yaptim. Bu arada kahramanimizin adi Gino, yolda ogrendik (neredeyse tum seceremizi). Yol boyunca, benim kafasi gozu kirik Italyancamla epey bir muhabbet ettik Gino’yla. Kimsin, nesin, nerdensin, ne yaparsin, ogrenci misin (sorular ayni!), vs vs. Bu arada yolumuz aslinda 15 dk ama, amca binen inen herkesle ayri ayri muhabbet ettigi icin biraz uzuyor tabii.

Neyse sonra bir harita cikardi, eger zamanim varsa bana sehri gosterebilirmis, bu otobusler, ring yaparak butun sehrin etrafinda dolasiyormus ve aynen gerisin geri havaalanina donuyormus. Ben de keyifle kabul ettim, oooo ne ala aksam isiklari ile Katanya’yi gormus oldum. Haritadan bana tek tek Catania’da neler gorulur vs cadde sokak onemli butun yerleri, canlilarini da isaret ederek gosterdi. Bu arada otobuse binen inen herkese de laf atmayi ihmal etmedi. En sonunda haritayi bana verdi. Daha sonra bir caddenin ortasinda kaldirima cikarak(!) saga cekti, dortluleri yakti, gitti bir pastaneye kurabiye aldi, kapida milletle konustu, otobusteki kiza, yolculugunun nereye oldugunu, ucaginin kacta oldugunu sordu, merak etme gideriz dedi. Kapida milletle beraber kurabiye yedi. Sonra anladim ki burada benim icin otobus bekliyoruz, 5dk sonra bakti otobus gelmeyecek bana yolu gosterdi, kurabiye ikram etti (bir tane alinca olmuyor, bir avuc doldurdu elime) ve ben indim o da yoluna devam etti yolculariyla. Ben de elimde haritalarim, kurabiyelerim, sirtimda cantam ile basladim yurumeye.

Iste boyle basladi ikinci Sicilya cikartmam.