Hazır vakit varken yazayım. Uzun zaman olmuş buralara iki üç satır yazmayalı. Neler oldu neler geçti diye düşününce, vay be aferin bana diyesim geldi. Tek güzel olmayan şey topuğumdaki mevzunun devam etmesi. Bu vesileyle koşuya ara vermek zorunda kalınca da ortaya çıkanlar.
Topuk mevzusu ise şöyle; Geçen yıl İstanbul Maratonu'nda 42k'yı koştuktan sonra, Aralık'taki Antalya Ultra için pek ara vermeden devam ettim sayılır. Ne yaptım, bir hafta sonra Latmos'a gittik Sibel'le çok güzel yürüdük ettik. Sonra beraber İstanbul'a dönünce maraton günü metro istasyonunda tanıştığımız komşu Fatih Bey'le 22k koştuk, sonraki haftasonu da 30 küsür k koştuk. İşte bunu koştuğumuz 29 Kasım günü ben topuğu elime aldım sayılır. Tam da o gün abim menenjit şüphesiyle Çapa'ya yatırıldı. Yanına gittiğimde ayakta dururken canım acıyordu ama bu kadar ciddi bir şey olacağını düşünmemiştim. Devam eden haftalarda da pek düşünmediğimden ve biraz dinlenince tekrar küçük bir yokuş intervali ile dibini sıyırdım. Hem de ne sıyırış. Hastane vs git gel yapıyordum, ama benim eve uğramam lazım deyip duruyordum. Netekim 11 Aralık'ta eve geldiğimde, kapıyı açtığımda tavandan su akıyordu yere. Tavan ıslanmış, kenarları kararmış ve su parkeye doğru akıyordu. Benzer şekilde kaynar bir kova su da benim kafamdan döküldü. Akşam Emrah'ı ara vs aşağıdaki teyzenin günısı borusu patlamış ve bir aralıktan çatıya dolmuş o bir akıyor. Bir de rüzgar yağmur var deli gibi. Tavanda gider tıkanmış yağan yağmur çatıya, tavan arasına dolmuş. Duble olay olmuş ki, birisi sekerse diğeri tuttursun. Evde bunlar boğuşup bunalınca koşu ilacına başvurayım dedim. Akçagerme'ye Sibel'i bırakıp ben koşuya gittim. Antalya'da Geyikbayırı'na koşacağım için yokuş çalışmam lazım diye 800x10 yokuş antremanı yapayım dedim. Sona doğru da Sibel'e geç kaldığımı farkedip yokuş aşağı da asıldım indim Akçagerme'ye. İşte bugün bu koşuyla topuğun canını çıkardım, dibini sıyırdım. Bunun ertesi günü ayağa kalkarken dehşetli acı hissettim, sonra başka ayaküstü manevralarda da benzer acı olunca Sibel'in zoruyla Çapa(madem her gün gidiyorum) Spor Hekimliği'nden randevu aldık. Dr baktı etti topuğunda(sağ çok, sol az) bursit olmuş dedi. Topukta yastıklamaya yarayan yağ dokusu iltihaplanmış vs. İlaç krem buz ve dinlenme verdi. Lakin iki hafta sonra hala canım çok yanıyordu. Bir ağrıkesici içerikli iğne yaptı, iki günde bir. Bu arada, ben hala Antalya Ultra'ya gitmeyi hedefliyorum dolayısıyla kondisyon kaybetmeyeyim diye yüzmeye gidiyorum hazır İstanbul'da iken. Abim de menenjitle savaşıyor o sıra. Ben ise ev, topuk ve bu garip iş denen şeyle.
Şimdi geriye dönüp baktığımda yalnız, hakikatten iyi zorlamışım diyorum. Belki de mental olarak sağlam olsaydım bedenimdeki bu sorunlarda büyümeden toparlardı ancak o zaman her açıdan mental olarak da çok zorlanıyordum. Hastanesi, işi ve kızgın kırık kalbi düşününce küfür etmeden duramıyordum. İşte bunların hepsi iyileşme sürecini iyileşememe süreci haline getirdi. Sonrasında da kronikleşti ne yazık ki olanlar.
Ocak'ta yine İstanbul'dayken Gerede civarlarına gidip karda çok güzel yürüyüşler yaptık Funda ile. Hatta sonraki haftalardan birinde benzer şekilde Sibel'le de gidip yine Ren Bussiness Otel'de kalıp çevre civarda kar yürüyüşü yapıp, sonra da Bolu civarında bir yerlerde yürüdük. Pek keyifliydi. O sıra hala Çapa'daki Dr. takip ediyordu. Bir ara beni cesaretlendirip deneme koşusu yapabilirsin dedi. 9 saat araç kullanmak artık çok zorlamaya başlamıştı aslında. Tam da sağ topuk üzerinde 9 saat ağırlık bekletmek pek de iyi gelmiyordu. Eve geldikten sonra ertesi sabah hemen koşuya çıktım ama maksimum 10 dk koşabildim ve acı gerçekte tekrar yüzleştim. Hiç bir şey iyileşmemişti. Aynı akşam yine bir ayağa kalkma esnasında fena acı çektim. Artık İstanbul'a da dönemeyeceğimden Fethiye'de bir ortopediste gittik Fatma ile. Onun dediklerini yaptım yine olmadı. Sonra Ruby'nin söylediği dr'a gittim Antalya'ya. Maşallah abinin ofisi (kliniği) para sayma makinesi olarak çalışıyor. Kortizon iğnesi, PRP, çeşitli sayıda lazer vs benim topuk aynı. En sonunda yine bir ara İstanbul'a gittiğimde Erkan, beni Onur Tetik hocaya götürdü zorla. Onur hoca muhteşem bir insan, seni yüreklendiriyor resmen. Ama bana dedi ki, bak bu inatçı bişeydir, üstüne gitmeyeceksin suyuna gideceksin ve zaman vereceksin. Bu konuşmayı sanırım Nisan sonu Mayıs zamanı yapmıştık. O zaman Ekim'deki Nepal için ok demişti ama Haziran-Temmuz için planladığım Gürcistan Mestia için biraz erken gibi vs dediydi. Dört aşamalı bir program yazdıydı. Pek bir öyle antreman vs vermemişti. Antalya'daki spor hekiminin verdiği programı yapayım dediydim ama her yaptığımda daha çok ağrıyordu (iyileşmemiş netekim) dolayısıyla onu da yapmayı bıraktım.
Aralarda Bolu'da yumuşak eğimde ve zeminde kısa yürüyüşler yaptık. Biraz zorladı ama soğuk suyun içinde bekleyinde her şey bir anda hafifliyordu. Böyle böyle çok güzel geziler yaptık. Bir ara Tokat'a gittik işte o muhteşemdi. 9-11 Mayıs arasıymış. Tokat'a o yıl çok fazla yağmur yağmur ve memleket yemmmyeşil olmuş öyle güzeldi ki.
Benim de ayağım genel olarak oldukça iyiydi. Bu beni epey cesaretlendirdi ama tabii uçup kaçmaya kalkışmadım nihayetinde iki ileri bir geri gidiyorduk. Sonra Mayıs'ın 24'ünde Nallıhan'a gidip oralarda iki gün yürüdük, onu da iyi atlattım. Arada topuğumdan acı çığlıkları geliyordu ama hemen duruyordum bu sefer üstüne gitmiyordum. Sonra eve döndüm, serin sularda güzelce yüzdüm. Büyün kışı neredeyse yüzerek geçirmiştim zaten. Topuğumu acıtmayan nadide şey yüzmek idi. Su da epey soğuk olduğundan aynı zamanda terapi de oluyordu.
Ha bu arada iş cephesinde nooldu, Eylül'de Leyla istifa ettim, devamında ben yine gideyim dedim, Shankar yıl sonuna kadar vakit ver bana dedi. Yıl sonu geldi geçti, Ocak'ta konuşurken yaa kal niye gidiyorsun dedi. Ok deyip tam işe asılacakken CM COE saçmalığını ve geri zekalıyla karşı karşıya kaldım. Böyle uğraşırken en sonunda net bir şekilde kafamda bitirdim ve konuştum Temmuz sonu diye anlaştım. Zaten Temmuz'unda yarısı izin vs olacaktı neredeyse. İş kısmı da işte böyle.
Gürcistan'a gitmeye geçen yıl Temmuz'da 47 dereceyi gördüğümde karar vermiştim. Hatta Temmuz ve Ağustos'u orada geçirmeyi planlıyordum ama bu iş mevzusu olunca ve Temmuz 31'de işin son günü sebebiyle İstanbul'da olmam gerekti.
Haziran'da bir hafta Funda ile geçirdik, sonra bir hafta da ablam geldi. Derken ablam 20'sinde döndü ve ben de 21 Haziran'da yola çıktım. Ankara'da durak yapıp Ordu'da gözümü açtım. Akşam kukla müzesini gezerken pek eğlendim. Sabah yola çıkıp Artvin Hopa'ya vardık. Burada son toparlamaları da yaptıktan sonra ertesi gün saat 12 gibi minibüsle sınıra, oradan yürüyerek Gürcistan'a, oradan minibüsle Batum'a. Orada iki gün takılmaca. Takılırken Doruk sayesinde ve sebebiyle bin çeşit yemek yedik. Daha önce de Batum'a gelmiştim ama böyle yemek yemek diye gezmemiştim :D
Ama hakkını vereyim o pazar ve o kovayla satılan ahududu, böğürtlen, frenk üzümleri dehşet aklımı aldılar. Ayrıca lavaş gibi peynirin içine krem peynir sarılıp verilmesi de başkasının aklını aldı :D Son gün Batum Botanik Parkı'nı gezdikten sonra otobüsle Kutaisi'ye gittik. İyiki de gitmişiz. Kutaisi bambaşka bir yerdi. Nev-i şahsına münhasır müzelere doyduk. Akşam dinlediğimiz, o dört abinin yaptığı müzik müthişti, seyrettiğimiz tiyatro oyunu da başka bir keyifliydi. Bunların hepsini iki günde yapmak ise dolu dolu hissettirdi.
Ama amaç Mestia ve yürüyüş, her şey çok güzel lakin yola devam etmek lazım. Bu demek değil ki, Kutaisi'de pazara gitmedik, tabii ki gittik. Tıka basa yedik içtik, gözümüzü doyurup çıktık. Kutaisi'de o bir akşam gittiğimiz restoran ve orada söylediğimiz o selection tepsisi bizi üç gün doyurdu. Görmemişin oğlu olmuş misali bir tepsi idi.
24-26 Haz'25 arası Batum'da, 26-28 arası Kutaisi derken sabah 8'de Kutaisi'den Mestia'ya giden minibüse şoförden önce gelip, 2 personnn 5 bag 5 personnn isyan çığlıkları ile yerimizi aldık. Bu amca bizi epey güldürdü. Tabii ilk başta hiçbirimiz pek gülemedik ama sonra five personnn diye diye çok güldük.
Neden five person'luk bagajımız var açıklayayım. Efenim biz geziye başlarken nasılsa arabaylayız deyip her şeyi yüklendik öncelikle. Sonra Kazbek'e de kesin çıkarız gözüyle bakıyorduk, daha doğrusu planlarımızı o yönde yapıyorduk. Dolayısıyla uyku tulumlarımızın yanımızda olması şart idi. İki dana kadar tulumu taşıyan ufacık bir çadır ve iki matımı taşımayacaktı deyip onları da aldım. Bu Kazbek planı bize irtifa kıyafetleriyle beraber iki çantaya maloldu. Eldiven, bere, kışlık pantolonlar, içliklerlerler -30 ile +30 arasında yaşayabilecek eşya ile dolduk taştık. Bunlar yetmezmiş gibi ikimiz de çalışıyoruz, bir de bunlara eklendi mi kocaman bir bilgisayar çantası. Böyle olunda biz beş tane çanta ile gezer olduk. Ama asıl bir Yeşil Dev'imiz var ki, benden büyük ve ağır. İçinde iki kişiyi taşırsınız yani o biçim. İşte bu yükle sınırı geçtik, bu yükle Kutaisi'den amcanın çığlıkları eşliğinde Mestia'ya geldik. neyseki 15 gün buralardayız. Bir yere bir yerleşelim sonra rahat edeceğiz, en azından iki hafta kadar. Ondan sonra sen sağ ben selamet.
Mestia ve devamını sonraki yazıya saklasam güzel olacak sanırım :)
![]() |










.jpg)
































