20 Temmuz 2020 Pazartesi

mış gibi geçen zaman

19 Mart'ta memlekete döndüğümden beri deliliğin kıyısında süren hayat, mış gibi geçen zaman. Normalmiş gibi süren bugün.

5 Haziran'da evime gelebildim. O Mart'la Haziran arasında geçen zamanda delirmedik (mi?).
Her gün muhtelif boyutlardaki ekranlar karşısında geçen uzun saatler, kimseye sarılamadan geçen günler, aylar, büyütülen 9 kedi, izlenen kuşlar, çatlayan yumurtalar, sesi ilk defa duyulan sessizlik...
Varılan farkındalıklar...

Evden yapılan uzun dersler, SODler, qigonglar...

Haziran'dan sonra başkalaşan hayat. Ortaya düşüveren bisiklet, düşen hız, artan kadans, ag ile çalışma...
Yapılan kurslar.

Ama işte o deniz var ya o deniz, hayatın ilacı o deniz.

4 Nisan 2020 Cumartesi

herkes evde kalsın, böyle çok güzeliz :D

Ya normalde de evde üretken biriydim, ama şimdi üretkenliğim doruk noktasında. Her güne ayrı macera.
Şimdiki bu fark neden kaynaklanıyor diye düşündüm ve buldum.
Şimdi ki üretimimdeki fark benim gibi bir sürü kişinin evde durmasından. 

Bu arada bir sürü çok başarılı podcast içerikleri üretildi, şahane şeyler dinledim şu son bir kaç günde. Neden? Çünkü onlar da evdeler ve bir şeyler yapmak istiyorlar, en kolayı da bu. Daha detaylı bilgi aşağıda.

Kendi kendime yaptığım Çigong egzersizlerim için taliplerim çıktı, şimdi arkadaşlarla buluşup Zoom üzerinden beraber yapıyoruz. Valla oluyor çok da güzel oluyor. İlk denemede olmamıştı ama şimdi çok başarılı. Neden çünkü onlar da evde :)

Ben serbest dalış antremanlarına katılıyorum Salı ve Perşembe akşamları. Neden yapılıyor bu? Çünkü herkes evde, hoca da evde :) e napalım dedik evde nefeslenme antremanları yapalım dedik. Sonuçta serbest becerisi ha deyince gelişmiyor, diyafram kasını çalıştırmanız gerekiyor. MedFish Mehmet Arıkök şahane bir hoca tavsiye edilir.

Ben scuba için online eğitim çalışmalarına başladım. Detayları önümüzdeki günlerde.

Ha bu arada Future Learn'den iki tane kursa kayıt oldum. Ciddi ciddi her gün toplam 3 saat ders dinleyip ders yapıyorum. Toplam 10 tane ders belirledim katılmak ve tamamlamak istediğim ve önceliklendirdim. Hepsini aynı anda yapmaya kalkarsam hiçbirini yapamayacağımı biliyorum. Sırayla kaydolup yapacağım bakalım. Bunun çetelesini de tutuyorum. Bitirdikçe LinkedIn'e kayıtlarını yapacağım.
Bu arada kurslardan biri 'Managing Change in Healthcare'. Patoloji okumuş olmamdan ötürü sanırım halen sağlık sektörüne ilgim sürüyor.
Diğeri de 'Demistifying the Mindfullness' şu sıralar en çok ilgi duyduğum konulardan birisi mindfullness, dolayısıyla bu uzun kursa katılmama sebep oldu.
Neden çünkü hiç dışarı çıkamıyorum, evdeyim.

Bu arada her gün yoga yapıyorum, her gün yeni podcastler dinleyip yeni sesli kitaplar keşfediyorum. Şahane bir his.

Podcastlerin çok çok kalitelileri var. Özellikle iki tanesinin hastasıyım.
Bir tanesi SoundHound'da Ha Geldi Ha Gelecek, içerikleri o kadar zengin ki. Ve konukları ayrı bir olay. Yapanlarda birisi Aykut Birişim diğeri ise Emre Şarbak. Son dinlediğim ki konuğu Emre Eren Korkmaz idi. Daha önceki bölümlerde Sertaç Doğanay falan konuk idi.


Diğeri Spotify üzerinden Yeni Haller. Özgür Mumcu ve Eray Özer yapıyor. Çok kaliteli dolu dolu bir içerik. Her dinlediğim bölümde şahanesiniz diyorum. İyi ki varsınız.
Bütün bu bahsettiğim podcastlerdeki içerik su gibi akıyor. Merakınız cezboluyor. Müzik vs herşeyi kısıp onları dinliyorsunuz. Çok büyük keyif.

Bu arada Organik Beyinler'i de çok beğenmiştim ama onu nerede dinlediğimi şimdi hatırlayamadım.
Spotify'da bir çok başka içerik dinlemiştim. Mesela dünyayi dolaşan dünyaca ünlü bisikletçimiz Gürkan Genç. Enes Şensoy'la yapıyorlar podcasti. Bir bisiklet sevdalısı olarak elektrikli bisikletler ve bisiklet ve dünyanın geleceği konulu pocastlerini dinleyip çok keyif almıştım.

SoundHound'da bir şeyi arayıp bulmak çok kolay değil ama Spotify bu konuda çok ilerlemiş durumda. SoundHound'un sınıflandırma ve arama algoritmalarını geliştirmeleri lazım. Çok iyi bir platform ama aradığını bulamıyorsan, içerik üreticilerinin organik olarak büyümeleri çok zor.

Bu arada az önce okudum Serdar Kuzuloğlu da poscast yapmaya başlamış hatta ikincisini az önce yayınlamış, Zihnimin Kıvrımları diye. Spotify'da çıkmış. Dinlemedim henüz ama normalde zaten yazılarını çok beğenirim kimbilir podcast'leri nasıldır :) Neden? Çünkü o da evde, ÇIKAMIYOR :D

31 Mart 2020 Salı

Döndüm de ne oldu, karantina başladı

Mavi Ekran :D
Bir önceki yazımda Hindistan'dan İstanbul'daki evime kadar gelişi anlatmıştım. Halbuki amacım güneydeki evceğizime gidip, ferah feza dinlenmek, bisiklete binmek, yüzmek yürümek idi.
Ammaevlakin geldiğim gün havaalnından rahatça geçişime vs çok şaşırmış olarak eve varınca yüzümde güller açmıştı. Şöyle bir çay koyup, bir şeyler yerken iki kere uyuyakalmıştım, ama olsundu 48 saat de sürse eve gelmiştim ve yakında o minnoş evime de giderdim. Uyumadan duş alıp öğleden sonra 5.30 gibi uyudum sabah da 9 da kalktım. Kahvaltı hazırlarken telefonum çalmış iki kere onu farkettim, alalaa deyip bir geri arayayım bari dedim. Ki normalde hiç yaptığım şey değildir bu ama yapıverdim.
Telefon karşıdan açıldığında, durun Dr. beyi vereyim dedi. Sonra sevgili aile hekimim Dr. Murat a. telefonu aldı ve bana yurtdışından geldiğimin Sağlık Bakalnığı tarafından kendilerine bildirildiğini, nasıl olduğumu, iyi miyim, öksürüğüm, tıksırığım, ateşim var mıymı vs sorduktan sonra karantina süremin başladığını ve 14 gün boyunca dışarı çıkmamam gerektiğini vsvs güzeeelce anlattı ve her gün arayacaklarını söyleyerek kapattı.
Önce bir şaşırdım, haydaaa dedim.

Sonra günler geçmeye başladı, ben de uslu çocuk evde duruyorum. İlk Ctesi Pazar arayan soran olmayınca ooo iyi ya dedim. Sonraki Ptesi'den itibaren her gün aradılar öğlene doğru, ve iyi olup olmadığımı, nasıl hissettiğimi, öksürüğüm ateşim olup olmadığını sordular ve evden çıkmıyorsunuz değil mi diyerek kapattılar. Günler geçtikçe ve onlar da aramaya devam ettikçe anladım ki bu iş böyle sürecek. Bir gün yine Dr Murat arayıp başka sorular da sordu. Onlara annemle ilgili mevzuyu sordum, hemşire hanım konuştu konuştu ve sonra ben gitmedim ve evde oturmaya devam ettim tabii ki.

Zaten çoğunlukla evden çalışan birisi olduğumdan evde oturmak vs benim için hiç dert şeyler değil. Ama yine de arada kahve alışveriş şu bu vs kendime bahane edip dışarı çıkar ve yürürdüm. Kaş'taysam zaten çalıştığım günler de bile mutlaka bisiklete biner, binemiyorsam dağa çıkar kısa yürüyüp dönerdim.
Fekat evden hiç ama hiç çıkmadan kalmak yine de arada yoruyor insanı. Ama şikayet etmemek lazım. Hele benim durumumda hiç.

Zaten Hindistan'dan gelirken bir sürü kitap almıştım. Okumak istediğim sebille şey var. Evde pratik de yapıyorum. Aslında günler yetmiyor desem daha doğru. Sanki yetiştirmek istercesine okuyup yapıp edip bitirmek istiyorum. Motivasyon tavan. Her gün annemle konuşuyorum annem aman kızım çıkma vs diyor. Ablam abim vs arıyor soruyor. Arkadaşlar konferans görüşmeler yapıyoruz uzun uzun. Bu arada da olaylar artıyor, karışıyor. Ufak ufak çeşitli yasaklar gelmeye başlıyor. Bende TV vs olmadığından, olsa da seyretmiyorum zaten. Pek haber vs takip etmiyorum.

Devlet hastanesinde çalışan hemşire arkadaşımın anlattığının yüzde birini yazmadıklarını anlatmadıklarını biliyorum çünkü.

Hiç değişmez, bizim medyaya göre biz şahane durumdayızdır, devletimiz bütün önlemleri fazlasıyla almıştır, ekonomimiz de on numara beş yıldızdır zaten. Kimse batmamıştır, iflas eden lokomotif şirketler vs yoktur, koronaya rağmen kalabalıklar halinde çalışan insanlar yoktur. Ya da çalıştıramadığından dükkan kapatan, işçilerini çıkaran aç açıkta kalan zaten hiç yoktur. Hastanelerde doktorlar, hemşireler doğru düzgün koruyucu ekipman olmadan hasta bakmak zorunda kalmıyorlardır zaten, 50 yaşın altı olan covid-19 pozitif olan hastalar ellerine reçete tutuşturulup evlerine gönderilmiyordur. Ve onlar da eczane eczane dolaşmıyordur pozitif hallerine bakmadan. Herkesin akıl ve vucut sağlığı on numaradır, biz Türküz bize bir şey olmazdı ki zaten, hep bu yarasa yiyen Çinlilerden ötürüdür zaten. AAAAH ah.

Gezi zamanı penguen videosu gösteren kanallar şimdi de yurtdışındaki hastaneleri gösterirler, bizde hasta ve hastane yoktur çünkü. Bizim hastalar tedaviye yurtdışına mı gidiyordu da onları gösteriyorlardı acep. Ben sırrını bulmadım, bulan Zoom'dan anlatsın :)

Derken 14.günü yaklaşan ben uçak bileti bakayım dedim ama seyahat yasaklanmış arada. Sadece izni olanlar yurtiçi bilet alabiliyormuş. Yurtdışı almaya kalksam nolurdu acaba. Manyağım ya, manyaklık kolay değil.
hayat kurtarıyor
Bu arada ben de manyaklığın hakkını vermeye başladım. 12 gündür evde kendimle bir başımayım ama dakkada bir el yıkıyorum. Ev süpürüp siliyorum. Sürekli bir ot vs yıkayayıp salata ve yemek yapar haldeyim. Evin altını üstünü karıştırıyorum. Bulduğum 15 yıllık eliptik aletiyle kendimi yorup duruyorum, azıcık kan akışım hızlansın diye. Her gün sevgili aile hekimimle görüşüyorum Eksik olmasın günün ilk araması veya mesajı ondan geliyor. O da olmasa dünya da herkes İstanbul'dan gitti de bir ben kaldım sanıcam. Hiç insan yok bizim buralarda. İki gün sonra benim karantina bitince bu sefer ben aramaya başlıycam benim doktoru. Hocam nasılsınız iyi misiniz, sizi merak ettim diye. Bu olaylar bir gün düzelirse de, gidip yerlerini bulup bir çiçek götürücem.

Bugün 12.gün bitti 13 oldum. 13.günüm bir Salı günü, Salı sallanır, bugün iki kere Çigong yaptım. Günlerdir bitirdiğim kitapları tahmin edemezsiniz. Arada 80 Günde Devr-i Alem'i okudum. Dünyayı gezen bir gezgin evde oturursa böyle oluyor. Şimdi de sırada Denizler Altında 20000 Fersah'ı okuyorum. Aradaki yoga kitaplarımı ve okuyup çabucak biten, acaba bu neymiş merakından açtığım ve bitirdiğim kitapları saymıyorum. Mesela, maviye Boyanmış Sular-Cemil Kavukçu, Denizin Çağrısı-Jack London, Amok Koşucusu-Zweig gibi. Oha ne ara okundunuz lan siz. Jack London ve tasvirlerine yeniden şapka çıkardım. Cemil Kavukçu ile yeni tanıştım ama denizi seven biri belliki. Amok Koşucusu ile Sweig ın her kitabında olduğu gibi beni yutkundurdu ve baştan başlattırdı. Kitapta çeşitli hikayeler ve tabii ki en etkileyicisi Amok Koşucusu.

Bu arada farkettim ki en çok özlediğim şeylerden biri kediler. Arkadaş sokağa çıktığımda şöööyle bir mıncırıyordum ve oh rahatlıyordum ama evde pek kalmayan biri olduğumdan da evde bir kedi edinmiyordum ama bugünlerde en çok aradığım şeyse, evde bir kedi. Şu sıralar sokaktan birini eve mi kapatsam diyorum. Ama Mart ayı olması sebebiyle pek yapmıyorum. Sonra napıcam ayrıca, hayvancağızı tekrar sokağa mı koyucam ya da benimle her ay binlerce km mi yaptırıcam.
Hal böyle olunca evdeki oyuncak kedimi yıkadım dün ve onu mıncırıyorum. Gırlamadığından kedi hissini vermiyor ama hiç yoktan iyidir diyorum.

Çizim yapıyorum bol bol. Renkli kalemlerim burada olmadığından sürekli karakalem çiziyorum. Karantina sergisi yapacağım yakında :)

Bir de iki uygulamaya şükrediyorum biri Spotify digeri Storytel.

Bende durumlar bu şekil, sonumuz hayrola.

23 Mart 2020 Pazartesi

18 Mart öncesi - sonrası ve 3 hafta sonra Korona sebebiyle Hindistan'dan dönüş macerası

İlk günlerde pek de kaale almadığım Koronacan yapacağını yaptı. Evet dönüş yolundayım, iki hafta erkenden.

Bir haftadır yazmamışım. Açıkçası yazacak motivasyonum ve zamanım yoktu. Yog Ganga baskılara göğüs germekten yorulup, dersleri sıkıştırdı ve 16 Mart Pazartesi sabah dersi ile birlikte derslerimizi tamamlamış olduk. Tüm asana, pranayama ve konuşma derslerimizi yaptık.
Ama neleri yapamadık, Purkal'ı yapamadık, birlikte yapacağımız yürüyüşümüzü yapamadık, hep beraber yiyeceğimiz öğlen yemeğimizi yapamadık. Bunlar birlikte yapmacağımız ama yapamadığımız şeyler. Benim şahsen olan planlarımdan ise bahsetmiyorum hiç.

Rajiv
Swati ve Rajiv boş günleri iptal etti ve kalan günlere de iki üç ders koyarak programı tamamlamış oldular 4 gün erkenden bitti program. Bu arada son günden bir gün önce hava açtı. Yani diğer tüm günlerde yağmur ve soğuk devam etti. Hem stüdyoda hem de evde donmaya devam ettik. Derken Pazar günü o kadar güzel açtı ki hava, bir an bütün dertleri unutturup, umut aşıladı bünyeye tam da gerektiği zamanda. Bugün ayrıca öğlen yaptığımız konuşma dersimizi dışarıda yaptık ilk defa. Meğersem ne kaa güzel oluyormuş.

Günler boyunca insanların, korona sayısı şöyle olmuş, şu ülke sınırlarını kapattı, bu ülke uçuşları durdurdu, şu havayolu Avrupa'ya uçuşlarını iptal etti vsvsvs konuşuldu.

Derken benim uçak 10 saat öne alındı. İyi buna da şükür ne olacak ki diyerek ben aynı programa devam etme kararı ile hayatıma devam ediyorum. Ya da etmeye çalışıyorum diyelim. Swati ve Rajiv açık açık evinize gidin dediler. Gidemediğiniz süreçte de fazla ortalıkta dolaşmayın, göze batmayın vs diye ısrarla tembihlediler. Bu arada da Dehradun'da ilk vaka teyid edildi. Tam da gitmeyi planladığım Orman Fakültesinde. Buradaki bir stajyerde tespit edilmiş :( Burada ziyaret edilecek en nadide yerdi burası ama artık mimkin deil. Daha Yog Ganga ve Rajpur marketinden başka hiç bir yer görmedim zaten zaten. Aslında bir gerçekten bir fanusta yaşadık iki haftadır.

ben, Kate, Francois
Bu arada ben pek bozmuyorum keyfimi. Pazartesi ders bitişinde Jean Francois'yi bulur bulmaz hemen şelalere yürüyeliiiim diye yapıştım. Francois, şahsına münhasır bir Fransız abimiz. Bizim evdeki komşularımdan. Pire gibi minnak bir abi. Ama şelalelere şimdiye kadar iki kere yürümüş bile. Dört yıldır geldiğinden ve sürekli pire gibi dolaştığından da her yeri biliyor. Çok da kibar olan bu abimiz memnuniyetle kabul etti isteğimi. Öğleden sonra saat ikide o, ben ve Kate buluşup şelaleye yürüyeceğiz. Şelaleler kısa bir yürüyüş diye önce dağın tepesindeki Shiva tapınağına çıkacağız, sonra şelalelere ineceğiz sonra da ev.
Şiva

Saat geldi ve Kate, Jean ve ben başladık yürüyüşe. Çıkışımız 1,5 saat sürecek dedi Francois, ancak dağın önüne gelip de gideceğimiz yeri gösterdiğinde pek bi inanmadım. Ama yapacak bir şey yok. Ben istedim :) Hava güzel güneş sıcak ve ben en sevdiğim şeylerden birini yapıyorum dolayısıyla şikayet edecek değilim. Evet haftalardır yogadan başka bir şey yapmıyorum ama yoga zaten acayip bir şey. Seni hayatla yoğuruyor. Yavaş yavaş o dimdik yamaçları çıktık. Ve gerçekten tam da bir buçuk saat sonra vardık tapınağa. Aşağıdan baktığımda üç saat sürer bura dediğim dağın başına bir buçuk saatte vardık. Tapınakta hoplama zıplama çalışmalarım oldu tabii bolca. Tırmanışımı yapmışım, çayımı içmiş kuruyemişimi yemişim kim tutar beni :D
şelalelere doğru
Yarım saat falan eğlendikten sonra inişe geçtik. Sonra şelalelere doğru tekrar çıkışa geçtik. Güneş yavaş yavaş yattığından ortam serinledi. Bir de suyun kliması ile daha da çok hissediliyor. Şelalelerde de bir müddet takıldık eğlendik, suyla oynadım falan. Havanın ve suyun keyfine vardık. Sonra tekrar dönüşe geçtik. Kate yarın gidecek, arada biletini almış. Aslında günlerdir almaya çalışıyor da sonunda olmuş. İnsanlar çılgın gibi gitme derdinde. Bir uçak bulup kaçmaya çalışıyor. Haydi hayırlısı.
Kate

Neyse biz hep beraber bugünümüze şükrettik. Dağda yürüdük, suda oynadık, ohh içimiz ferahladı biraz. Az buz değil 10km yürüdük ve sağlam yorulduk. İki gündür yaptığımız geri kıvrılma hareketlerinden dolayı bacaklarım ağrıyordu, bu yürüyüş ilaç oldu :D

Eve gelir gelmez duşumu aldım. Yarın da Mussoorie'ye yürümeye karar verdik. Kate olmayacak ama yarın. O sabah 5'te çıkacak yola. Biz ben, Francois, Neil ve Geeta ile yürüyeceğiz. 1150M tırmanış bizi bekler.
Akşam yemeğinden sonra erkenden uykum geldi, saat 10-11 arası uyudum. Bizim Alex gitmiş bile, yemekte yoktu. Zaten her gün azıcık yiyip koşa koşa çıkıyordu evden.

Salı sabah 7.45'te Francois'ı toplayıp çıkışımıza başladık. Yukarıdan da Neil ve Geeta'yi aldık ve ver elini Mussoorie. Ama öyle kolay olmuyormuş. Yol çooook dik. İnsafsızca dik. 7Km boyunca iflahımız kesildi. Ben de artık bayağı acıktım ve bir şeyler yemem lazım dedim. Onlar kahvaltı yapmış. Ben yapmadığımdan kazınmaya başladım. Saat de 10'u geçmiş zaten.
Tam da bunu dedikten 5dk sonra harika bir kafe çıktı önümüze. Şimdiye kadar ormanın içinde yanlız yanlız yürürken bir anda bir köye vardık ve bu Halfway Cafe'yi bulduk. Önce dışarda oturduk ama yiyeceklerimizi çıkarınca, lütfen içeri geçin dediler. Niye dedik, maymunlardan dolayı dışarda yiyemezsiniz dediler :) Hayatı çevreye göre düzenlemek gerekiyor. Kafenin yukarısı da çok şekermiş. Araba konseptli değişik bir yer burası. Oturduğum en güzel yerlerden.
Sütlü kahvelerimizi ısmarlayıp (maksat bir şey istemiş olmak için, yoksa ben çayımı içicem) çıkınlarımızı açtık ufak ufak. Ben iki sandviç ve bir dolu termos çayla geziyorum. Peynir ve zeytinli sandviçimi çayımla afiyetle yerken, önümüze sıcak süt geldi. Önce şaşkın bakakaldık. Biz aslında kahve istemiştik ama süt geldi. Sonra yanındaki minik poşetleri gösterip, kahve burada dediler. Hmm değişik dedik. Neyse iki mini poşetten çıkan tüm kahveyi boşaltıp tadına baktım ki, abboovv şeker dolu bu. Süte de şeker katmışlar yani. On numara beş yıldız sütlü kahve anlayacağınız. Önce sandviçimi yiyip üstüne de kahveyi tatlı niyetine içtim. Ne yapayım :)

Karnımız doyunca şöyle bir kaç tane fotoğraf çekip, mutlulukla tekrar düştük yola. Açken sen sen değilsin demiş üstad. Bu noktadan sonra yürüdüğümüz yerler genelde yol kenarı oldu ancak. İlk başlarda çok kalabalık değildi ama sonra sonra epey kalabalık olmaya başladı. Yol kenarından yürümek hiç de keyifli değil ama yapacak bir şey yok. Bu arada toz inanılmaz. Nefes alamıyorsunuz. Maske asıl burada lazım.

Yürüyeceğimiz yolun kaç km olduğunu kimse bilmiyor :) biri 15 diyor biri 19. Ben dün baktığımda ise 12 diyordu. Yolun yarısı kafeye göre ise 14km. Haydi bakalım kim tutturacak derken, kafe tutturdu.
Mussoorie'ye vardığımıza varacağımıza pişman olduk diyebilirim ama. Korna korna korna aman yarabbim. Ne kalabalık ne beter bir yer. Önce hemen buradan kaçalım diye bir yola saptık ama Geeta açım ben yemek yemek istiyorum dedi, geri döndüş ve o kornalı merkezde Francois'nın daha önce yemek yediği otelin restoranına oturduk. Sadece hint yemekleri yapıyorlar. Benim ağız tadım geri döndüğünden hiç bir yemeği yiyemiyorum menüdeki. Dolayısıyla sadece zencefil çayı istedim. O mübarek de zehir gibi geldiğinden onu da içemedim. Bizimkilerin yediği yemeklerin renkleri ve kokuları beni benden aldı. Onlar yerken ben çıkıp dolaşayım desem dışarısı daha felaket. Neyse sonunda bitirdiler yemeklerini de kalktık. Tabii o arada ben acıktım ama olsun. Biraz kuruyemişle geçiştirdim. İlk hafta ne güzeldi. Her şey lezzetli geliyordu. Normale çabuk döndüm.

Gandhi heykeli
George Everest'in evini görmeyi çok istiyorum ama Geeta, ben yoruldum daha fazla tırmanamam dedi. Oysaki 5km ve tırmanış değil. Bir iki taksi sorduk, onlar da bizi dütmeye kalkınca, dükkanlara doğru yürüyelim dediler. İyi dedim ne yabayım. Yürüdüğümüz yollar hep çarşı pazar ama hiç birinde bir tane düzgün bir şey yok. Hepsi saçma sapan şeyler. Eminönü'nde sokakta satılan şeyler gibi hepsi. Arada bir iki tane düzgün dükkan vardı o kadar. Hiç bir şey almadım ben. Hatta koca kitapçıda aradığım kitaplardan birini bile bulamadım. Neyse kısmet başka zamana.

Sonra herkesin kahve ihtiyacı tavan yapmış olduğundan Cafe Coffee Day'i görünce ışıldadık bir anca. Girdik ve kapuçinolarımızı söyledik. Çok keyifli bir sohbetle güle eğlene içtik. Milletin karnı doydu ya keyifler yerinde. Ben de kahvaltıdan kalan yarım sandviçimi yedim, oh mis oldum.
Mussourie sokakları
O dükkan senin bu dükkan benim derken saat 5 olmuş. Taksi durağına gelip taksi istedik. Yolda da yukarıdan gördüğümüz, koccaman kıpkırmızı Shiva tapınağından kısa bir durak yaptık meraktan. Sonr aver elini Rajpur. Marketin orada indik. Herkes çil yavrusu gibi dağıldı burada.
siyah yüzlü maymun
Günün sonunda yaklaşık 20 km yol yürüdük, 1160m çıkış yaptık, bolca toz soluduk, değişik ağaçlar ve siyah yüzlü maymun, bir tane downhill bisikletçisi gördük. Yorulduk, eğlendik güldük.

Sonra eve gelir gelmez yine kendimi duşa attım. Sonra her akşam olduğu gibi zeytinlerimi kaseye koyu, çayımı alıp yemeğe gittim. Bizim Japon Yuki de zeytini çok seviyor. Ben de yemekleri yiyemediğimden, pilav ve çapati ile zeytin yiyip çay içiyorum. Bir haftadır akşam yemekleri bu şekilde. Karbonhidrat manyağı olacağım.
Yemekten sonra Linda'ya hoşçakal dedik. Yarın Rishikesh'e gidiyor kendisi. Benim plan halen aynı dedim soranlara. Sonra odama geldiğimde şu uçuşa bir bakayım dedim ve ne göreyim, uçuş iptal. 

İndigo bütün uçuşları iptal etmiş İstanbul'a.
Hassiktir. Hah şimdi zıçtım dedim. Çünkü THY de dün iptal etmişti uçuşları, sistemde hiç uçuş görünmüyordu. İşte telaşlanma sırası şimdi bana geldi.

O arada Ozan yazdı Insta'dan, onlar da Rishikesh'telerdi ve thy ile 28 Mart'a olan uçuşları iptal edilmiş. Benim indigo onların thy uçuşlar iptal. Haydi hayırlısı.

THY'nin sistemi karıştırırken bir baktım, 19'una uçuş konmuş. 20'sine yok ama 19'una var. Hooop deyip hemen aldım bir Delhi İstanbul bileti. Sonra da Ozan'a yazdım. Hoop onlar da almışlar. Aynı uçakla dönücez. 
Ama benim bir de Dehradun Delhi bileti almam lazım. Bunu üç saat boyunca başaramadım. Bir türlü bankadan gelecek olan smsler telefonuma düşmüyordu. En sonunda en olmadı yarın Linda ile Rishikesh'e gider oradan Ozan'larla giderim dedim ve bıraktım. Sonra gece 12 gibi bir daha denedim ve bu sefer alabildim Air İndia ile Dehradun Delhi biletimi. Biraz ara vermek ikimize de iyi gelmiş :D Air İndia ile almaya çalışmamın sebebi, bunların Terminal 3'e iniyor olması. Gelirken yaşadığım terminal aktarma faciasını tekrar yaşamak istemiyorum. Neyse bu biletimi de aldığıma göre artık bir çay içebilirim. Sonra ablama yazdım tüm macerayı. Şu ana kadar olam erteleme, iptal vs bir şey dememiştim henüz. Aslında kimseye demedim. Çünkü ortalıktaki konuşmalardan zaten çok yoruluyor insan. Sonra ablamla uzun uzun görüntülü görüşme yaptık. Yattığımda saat 2'ye geliyordu. 

Yarın Francois ile Dehradun'a gideceğiz. 20 gündür burdayım, daha şehri görmedim. Zaten artık son şansım.

Dehradun
Sabahtan bizim Sanah ayrıldı, o da Kalkata'daki evine varma derdinde. Sonra ben de biraz yatak keyfi ve bolca kahvaltıdan sonra İsa'yı da ikna edip, Francois ile üçümüz Vikrama binerek çok sesli Dehradun'a gittik. Aman yarabbim ortalık kaynıyor. Benim asıl amacım fabindia isimli mağazaya gidip kendime ciciler almak. Çok ünlü bir mağazaymış burası. 11'de açtıklarından biraz bekledik ve sonra dükkana girdik. Amaniiiin aklım çıktı. Her şey çooook güzel. Evet pahalı ama çok güzel.
Elbiseler, etekler, buluzlar, pantolonlar, ev eşyaları, bardak tabak, kap kacak çay vsvsvsv. Aklım gitti.

Kendime bir elbise, bir bluz ve bir pantolon aldım fabindia'dan. Yatak örtülerinde çok aklım kaldı ama büyük olduklarından taşıması zor geldi. Havaalanında da varmış belki oradan alırım dedim. Sonrasında Francois'nın baharatlarını almaya geldi vakit. Hanuman Chowk diye bir yer varmış, telefondan neresi olduğunu bulup, onunla koştura koştura yürümeye başladık. Sonra bir caddeye girdik ki amanın. Gerçek İndia welcomes us. Sağ sol her yer ama her yer dükkan. Her şeyin satıldığı her çeşit dükkan var. Bu caddenin sonu da Hanuman Chowk. Ancak öyle yakın değil. Bizim hızlı yürüme çabalarımızla 20 dk sürdü gidişimiz. Bir de dönüşü var.
Dehradun çaşıları
Motorlardan yürüyemiyorsunuz. Kaldırım zaten yok. Azıcık olanında da dükkanlar serilmiş ve başka insanlar veya başka şeyler.
Sonunda aradığımız baharatçıyı bulduk. Francois beşer onar paketler halinde aldı alacaklarından. Benim yanından geçmeyeceğim bütün dehşet kokulu baharatları aldı yani.

Sonrasında da hızlı bir dönüşe geçtik. Yine 20dk yürüyüp bir vikram bulup bindik. O cücük kadar vikramlara 8 kişi almaları ise tam bir felaket. Normalde benim ölçülerimde iki insanın, insani şekilde yanyana oturacağı alana dört kişi oturuyoruz. Siz düşünün yani. Vikramdaki sekiz kişilik halimizin fotosunu çekmek istedrdim ama bu şartlarda pek mümkün olmuyor ne yazık ki.

Eve gelince cicilerime tekrar bir bakış atıp çantamı toparladım. Çok acıkmış olduğumdan peynir zeytin ekmek tıkaladım. Arada taksiyi ayarladım. Sonra duşumu alıp çantayı kapattım derken zaten saat 5 olmuştu. Phem geldi ve yollar ve yolculuklar tekrar başladı.

mini uçağımız
Yaklaşık bir saat sonra Dehradun havaalanına vardık. 1020 rupilik borcumu ödeyip, biletimi gösterip içeri girdim. Yolcu olmayanlar havaalanına hiç giremiyor Hindistan'da.
kanataltı manzarası
İçeri girdikten sonra, gideceğiniz havayoluna göre, checkin bagajlarınızı xray cihazından geçirip güvenlik etiketi takılması gerekiyor. Sonrasında checkin yapabiliyorsunuz. Bunları yaptıktan sonra içeri girdim ve uçağa tam 1 saat 45dk varken kapıda uçağı bekliyordum. Kapı dediğime bakmayın. Çok ufacık bir havaalanı burası ve tek kapı var zaten. Sadece ufak bir bekleme salonu var tüm uçakların yolcuları için.

Otururken bir anda önümden bizim Amerikalı Steve'in geçtiğini gördüm. Baktım ki Steve ve Mike da burada. Gittim konuştum ki aynı uçakla gidiyormuşuz Delhi'ye zaten :D Sonra onlar gece 2.30 uçağıyla Şikago yolcusu, ben sabah 7 uçağıyla istanbul ve henüz saat 19.15.

Costa Cafe
Delhi'ye 40 dk lık bir uçuş sonrasında indik. Bagajı vs de aldıktan sonra gidişi bulup checkin yapma şansımı denedim ama ne yazık ki gece 2'de checkin başlıyormuş ve içeri almadılar. Domestic Arrival'da kaldım. Uyumalık bir yer var ama oda kalmamış. Sonra bir oda var vs dediler. Girdim baktım ki, yataktan birisi yeni kalkmış görünüyor, tuvalet de kokuyor. Girmedim vazgeçtim. Costa kafeye gelip, en büyüğünden kahve alıp, bir sandviç yedim. Sonra da açtım bilgisayarımı yazmaya başladım.

An itibariyle saat gece yarısını 20 geçiyor. Yazarken vakit super geçiyor. Yazmak çok zaman alan bir şey diye de bakabiliriz duruma tabii. Kafedekiler tam iki buçuk saattir ne yazdığımı merak ediyor olmalılar. Temizlikçiler burayı silmeye başladı. Birazdan kovalayabilirler. Sıkıntı yok.
wc kadın erkek işareti bu foto
Yanlız seyahat etmenin tek kötü yanı çişe giderken eşyalarınızı da götürmenizin gerekmesi :(

Ben bunları yazıp bilgisayarı kapattıktan yarım saat kadar sonra telefonum çaldı +91 li bir Hindistan numarası, hayırdır inş, deyip açtım, alo ben ayten, karşıdan alo ben Ozan. Eneee doğru ya bizim Ozanlarla aynı uçakta gidiyorduk biiizz. Üst katta bekliyorlarmış onlar da yine Costa cafede. Toparlandım yukarı çıktım. Heyyoo.Ozan, Esra ve yanlarında Cansu diye başka biri var. Rishikesh'ten araçta beraber gelmişler. Muhabbet muhabbet muhabbet. Nelerden konuşmadık ki. Şu anda hiç bir şey hatırlamıyorum ama insanın tanıdığı birileriyle karşılaşması çok güzel oluyormuş. 
Hem de Kaş'tan dostlar, daha ne olsundu. Beraberce geyikleyecerek 2 saat daha bekledikten sonra THY checkin'i açıldı. Biz hepimiz checkin yapmıştık sadece bagaj vereceğiz. Bu sayede o mlerce uzun kuyruğa girmemize gerek kalmadı. Çantalarımızı da verdikten sonra içeri girdik ve yaşasın özgürlük. Biraz dolaştık ettik ama Delhi havaalanı bana anlatıldığı gibi kocaman, içinde sebil sepet dükkanların olduğu bir yer gibi gelmedi. Tam tersi inşaat halinde bir ortam var. Her yerde kapatılmış, çevrili alanlar. Gece yarısı olduğundan bir iki tane barın mutfağı çalışmıyor. Ben de Dominos yemek zorunda kaldım. En son bu zincir mağazalardan birinden ne zaman pizza yediğimi hatırlamıyorum bile. Pizza da çok kötüydü. İçine krem peynir krema ve mayonez arası bir şey koymuşlar. Yenebilirlikten çıkmış ama açlık öyle bir vurmuş ki zar zor sağından solundan kemirdim. Ve yanında SevenUP içtim, olacak şey değil ama oldu. Sonra ufaktan ufaktan kapımıza geldik. Baktık ki Pilot abilerimiz de bekliyorlar kapıda. Sonra host ve hostesler göründüler. Okul çocukları gibilerdi. Birisi bir şey almış diğerlerine gösterdi anlattı, onlar da grup halinde koştur koştur gidip aldılar o şeyden, o neyse artık.

:)
Ama her şeyden öte yurtdışı dönüşlerinde THY uçağını ve personelini görünce bana bir ferahlık, bir rahatlama bir mutluluk geliyor. O andan itibaren kendimi emin ellerde hissediyorum. Bizim pilotlar yapar şeklinde bir güvenim var. Çok yerli yerinde bir güven olduğunu biliyorum. Bunun da güzelliği başka. Belki sık ve uzun seyahat ettiğimden evimi çok özlüyorum ve ondan oluyor bilmiyorum ama her seferinde bu hislerle gidip onlara sarılasım ve teşekkür edesim geliyor. İyi ki varsınız sevgili THY ve tüm çalışanları.
Bu arada gün geceye döndü, tarih 18 Mart'tan 19 Mart oldu, saat de neredeyse geldi. 06.55'te uçak saati. 6 gibi almaya başladılar ve zamanında havadaydık bile. İlk bir saati hatırlamıyorum bayılmışım sanırım. İki koridorlu kocaman uçağımızda 14K nolu koltuktayım. Ortamız boş, koridor tarafında bir abla teyze var. Hintli gibi görünüyor ama kimbilir. Onlarınd yurtdışında yaşayanları bambaşka görünüyorlar.

Bir buçuk saat kadar sonra kahvaltı servisinin sesleriyle uyandım baygın uykumdan. Peynir zeytin ve çayla kahvaltımı yaptım. Sonra baktım uyku yok zaten hava da gündüz uyunmuyor ben de bir film seçtim seyretmek için. Ve gelsin 'Ford vs Ferrari'. Ford'un GT40 ile Ferrari'yi alt edişinin filmini yapmış Amerikalılar. Güzel yapmışlar hani ama bitişi iç yakıyor. Hayat gibi gerçek ve hem tatlılı hem acılı.
Bu bitince başka ne seyretsem diye bakarken Adams Ailesi'ni gördüm. Ahahaha hastasıyım bu manyakların. Onu da seyrettim. Derken arada peynirli sandviç geldi. Oooo alırım bir dal, ve tabiki yanında bir de mini şarap aldım. Oh şimdi keyften keyfe coş. Harika film, güzel peynirli sandviç ve bir kadeh güzel kırmızı şarap. Arada öldüm de cennete mi gittim yine yaw. Bazı bazı kimi zaman böyle hissettiğim çok oluyor. Çok da güzel oluyor.
Arada 'cabin crew prepare for landing' çağrısını duydum. Enemmm dedim. Gerçekten geldik. Bu arada havaalanında neler olacağını çok merak ediyorum. Karantina vs bir sürü şey duyuyorum. Bizim geldiğimiz Hindistan'da henüz çok bişi yoktu ama kimbilir.

Bir form koymuşlardı yanıma Covid-19 ile ilgili bazı sorular vardı. Son 14 günde seyahat ettiğiniz ülkeler, şu belirtileri gösteriyor musunuz veya gösteren birinin yanında bulundunuz mu vsvsvsv.
Nein hayır no diyerek doldurdum. Sonra uçaktan iniş, pasaporttan geçerken formu verdim ve bagaj almaya geçtim. Ortalıkta kimse yok. Hatta bizimkiler de yok. Uçağın %95i aktarmaymış yine. Biz üç beş kişi inmişiz. Belt de neredeyse boş dönüyor. Bu arada ben hala şaşkın kimse bir şey sormadı etmedi, öyle geçtim diye. Zaten pasaport da bomboştu kimse yoktu. Anlayamadım valla. Derken bizimkiler geldi, onların bagajlar sarılı olduğundan oversize bölümünden geldi. Derken 15dk olmadan dışarı çıkmış taksiye doğru yürüyorduk. Yollar da bomboştu.

Ve 19 Mart 2020 Perşembe günü saat 12 olmadan eve gelmiştim. İnsan bir süre inanamıyor. Anahtarı açtım eve girdim. Çantalarımı kenara koyup kombiyi açtım. Oh çalışıyor. Sonra bir oturdum, biraz şaşkın çokça mutlu. İnsanoğlu kuş misali... Daha dün nerdeydim ben ne yapıyordum bu saatlerde, Dehradun'un o kalabalık ve enteresan caddesinde Francois ile baharatçı aramıyor muydum, yoksa kendime fabindia'dan elbise mi deniyordum? İkisinden biri işte :) hayat enteresan ve güzel.

Sonra bakkaldan ekmek, yoğurt vs ısmarladım. Yemek yerken iki kere uyuyakaldım. Kendimi zorlayarak kaldırdım ve duş aldım. Daha fazla dayanamayarak 5 gibi girdim yattım. Ertesi gün 9'a kadar deliksiz uyudum. Uyandığımda gün hangi gün acaba diye meraktan telefonun takvimine baktım.

Evet gün devrilmiş gece olmuş, gece kalkıp gündüz olmuş. Gün ertesine kavuşmuş ve tüm dualar gerçek olmuş.

Hoşgeldimm.

Mussoorie'de güzel oteller var

Mussoorie dönüşü kırmızı tapınak

Rocky ile vedalaşıyoruz

Francois baharatlarının hazırlanmasını bekliyor

THY Delhi-Ist uçuşundan manzaralar

Halfway cafenin araba konsepti 1

Halfway cafenin araba konsepti2

ne kaa kaldı?

Mussoorie trek'ten manzaralar

Mussoorie trek'ten manzaralar

Mussoori'de ünlü kitaplık

Mussoorie'den manzaralar

Mussoorie kitapçılarında Elif Şafak

Mussoorie'den manzaralar

Bir sağanak esnasında biz Alpine Restorana sığınmışken, sırayla ben, Katerina, Francois, Marina ve Yuki

Alpine Restorandan manzara

yağmurda eve yürüyüş

yağmurda eve yürüyüş

leyleklerin göçü

biber ve limon- uğur getirdiğine inanılıyor

dışarda ders yapan Yog Ganga öğrencileri

Şelalelere yürüyüşten manzaralar

Şelalelere yürüyüşten manzaralar

Şelalelere yürüyüşten manzaralar

Şelalelere yürüyüşten manzaralar

Old Rajpur'da akşam

Mussoorie yürüyüşünden manzaralar

Mussoorie yürüyüşünden manzaralar

Mussoorie yürüyüşünden manzaralar-halfway cafe

Mussoorie yürüyüşünden manzaralar