28 Aralık 2013 Cumartesi

Ishakkusu iyi geceler diler…

10 Aralık 2013 Salı

Butun arabalar beyaz buguuuunn...


Evet kar yagdi ve artik butun arabalar beyaz:)) nasil da uyandirdi ve sevince bogdu icimdeki cocugu.

Cocuklar gibi sendik...

Evet balkondan bakinca yilin ilk beyaz gogsunu kucakladik, mutlandik, umutlandik. 

Darisi heppinizin basinaa...
⛄❄⛄❄⛄❄⛄

25 Ekim 2013 Cuma

5-6 Ekim, Dedegöl denemeleri 3. bölüm...

Vee Dedegöl 3 - Tayten 0
dedegöl
İlk olarak bu yıl Nisan ayında denemiştik Dedegöl dağına çıkmayı. Ama Eğirdir'den dağın daha eteklerine varmışken öyle bir dolu yağdı ki, bırakın dağa çıkmayı, doluya batmadan Antalya'ya ulaşmak bir sınav oldu. Bu dolu altında mahsur kalmış bir teyze, iki de amca kurtardık arada.
Telefonlar çekmeye başlayınca da Antalya'da sel olduğu haberlerde çıkmış, aman gitmeyin diye aradılar :) E dağlarda dolu varken, şehir yağmurdan yıkılmış haliyle.

İkinci denememiz Eylül'de Karakaya'larda tırmanış yaptıktan sonra olacak idi ki, bu sefer Sarıkız nazlandı ve istemedi yol yapmak. Zorlamadık biz de haliyle ve Nihat ustanın yapıcı ellerine bıraktık kendisini.

önce yüzler gülüyor
Üçüncü, yani bu sefer 5-6 Ekim'de Sarıkız'ımız yine nazlı olduğundan hep beraber Montis'in Kara Şimşek'ine doluşarak tuttuk Isparta yollarını ve sabahın sekizinde başlayan yolculuğumuz keyifli duraklarla öğleden sonrasının güzel ışıklarında Dedegöl'ün eteklerindeki kamp yerine vararak sonlandı bugün için. İkinci gün önce geldiğim Ankara'da çok üşümüştüm ve niyeyse Eğirdir'in ve buraların daha iyi olacağını düşünmüştüm. Ha niye böyle düşündüm, onu ben de bilmiyorum. Demişler ya 'Ümit yiğidin ekmeği ye Memed ye', sanırım bundan ötürü.
kamp yeri
Neyse vardık kamp yerine ve kurdur çadırlarımızı. Ercan keyfimiz yerinde olsun diye, mutfak çadırı, küçük tüpler, tencereler, tavalar o kadar çok şey koydu ki, gören de üç aylık bir yere gidiyoruz sanar. H tabii bir de yolda gelirken aldığımız on kadar ekmek vs tekrar bir düşündürüyor' Beş kişiyiz ama onbeş kişilik yiyeceğimiz var :)
ateş yakıla
Çadırları kurduktan sonra ateş yakarken muhteşem bir güneş çıktı. Güneş tam da batmadan gösterdi o sarı güzelliğini. Dedegöl eteklerinde görüntü zaten muteşemken, güneşin eklediği bu sarılıkla bir anda masal diyarına vardık.İnanılmaz görüntülerin fotoğrafını çekerken, bir yandan da ateşler yakıldı.
Dedegöl'de gün batımı
Bu arada o kadar acıkmışız ki, çay hazır olduğunda peynir ekmeğe dalınca, akşama ayrıca yemek yapmaya gerek kalmadı.

Karanlık çökünce, soğuk daha çok ısırdığından herkes çadırına çekildi.

Gece boyunca fırtınayı dinledik, tabii sonuç olarak uyuyamadık. Çadırın söküleceğini sandım. Netekim bizimki iyiydi ama mutfak çadırı için pek öyle denemezdi. Sabah Ercan kalkıp fırtınadan duman olmuş mutfak çadırımızı toparlamış ve tekrar sağlamlaştırmış sağolsun.

Sabah 6.30' gibi kalkıp 7 civarında zirve yürüyüşüne başlamayı düşünüyorduk. Ama sabah fırtına halen devam ediyordu ve zirve kapalı idi. Bir süre bekleyelim belki rüzgar yavaşlar dedik ama pek umduğumuz gibi olmadı.
Dedegöl
suratlar düşmüş
Rüzgar buz esiyordu resmen. Dün gelirken ve akşam üstü kampta kar yağmıştı arada ama pek dikkate almamıştık. Fakat şimdi görüyorduk ki, buralarda çiseleyen kar yüksekleri epey sarmış ve devam etmekte.
Uzunca süre tartışıldı, düşünüldü ve sonuç olarak zirveyi denemeden vazgeçtik ve kampı toplamaya başladık.
Şimdi gözler Kovada Gölü'ne çevrildi. Daha önce Kovada'ya bisiklet turu yapmış ve çok keyif almıştık. Şimdi ise en azından gidelim biraz yürüyelim, belki yörük pazarı açıktır onu gezeriz dedik ve toparlanıp yola çıktık.
Napalım zorlamanın luzumu yok. :)

Kovada Gölü
Kovada manzara kulesi
Yolda elma ağaçlarından bir iki tane daha göz hakkı alıp kemirdikten sonra, artık Kovada'ya vardık. Etrafındaki rotadan yürüdük. Burası aynı zamanda ağaçlar hakkında bilgi almak için de güzel bir yer. Hepsinin altında ne olduğu yazıyor. Bir süre sonra siz de neyin ne ağacı olduğunu tanıyabiliyorsunuz.

Kovada'da dolandıktan ve manzara kulesine çıktıktan sonra dönüşe geçtik ve Yörük Pazarının yolunu tuttuk.

Bu yörük pazarı 700 yıldan beri kurulan bir pazar. Çevre civardaki yörükler ürünleri getirip burada satıyorlar. Pazar 700 yıldır aynı yere kuruluyor. İçinde ise inanılmaz
Yörük Pazarı
tandır
lezzetler gizli. Ben çaydanlık almak üzere bir tezgaha yönelmiştim ki bizimkileri kaybettim. Bulduğumda ise kuzu tandıra yumulmuşlardı. Bu pazarda kurulu tandırlar var ve pazar olduğu günlerde, tandırlar kuzularla doluyor ve etrafa salınan kokular çok cezbedici. Ucundan ben de tattım. Etçil birisi olmamama rağmen, lezzetine ben de şapka çıkardım :D

Sonra yollar ve öneriler bizi yavaş şehir(citta slow) Yalvaç'a getirdi. Yalvaç'da bin
Yalvaç Çınaraltı

Çınar
yıllık bir çınar ağacı var. Eğer giderseniz mutlaka ama mutlaka  bu ağacı görmelisiniz. Benim telefonun açısı yetmediğinden gövde ve dallarını alan bir fotğrafını çekemedim. Umarım siz profesyonel bir makineyle gidersiniz ve onun şahane fotograflarını çekersiniz. Çınaraltında önce güzel bir çay içtik. Sonra civardaki bir lokantaya girip ocaktan yeni inmiş ciğere yumulduk. Sonrasında tekrar çaycıya oturup, ciğeri sindirme çabalarını sergiledik.

Sultan Dağları
Artık dönme vakti gelmişti. Bir yola girdik ki sormayın. Akşamın karanlığında, sadece tekerleklerimiz genişliğinde toprak yoldan o dağlara çıkış ve iniş. Adrenalinli kısım meğerse dönüş yoluna saklanmış.
Size önerim 4x4 araçlarla macera aramıyorsanız bu yola girmeyin!

Ankara semalarında karanlık ve soğuk çökmüştü vardığımızda. Herkesi evlerine bırakıp biz de vardık sıcak duşa ve yatağa.

Sonuç olaraksa, Dedegöl Dağı'na çıkmak için üçüncü denememde yine geri adım atan ben oldum. Yani Dedegöl 3- ben sıfır. Ama bu bir maç değil haliyle. Dağ orada ve ne zaman istersem tekrar gidebilirim.

Kaçmıyor ya :D
Kovada'da sonbahar çiçekleri

Dedegöl

Eğirdir Gölü

Dedegöl'de gün batımı

Dedegöl'de gün batımı

Dedegöl'de gün batımı

Kara Şimşek

Mola

Yörük pazarında zeytin tezgahları pek bi zengin

tandır


Bu keyifli haftasonunda Montis Trips & Expeditions'ın her türlü imkanını kullanmamızı sağlayan arkadaşlarımıza buradan tekrar teşekkürler :)

17 Ekim 2013 Perşembe

Cesmealti, Urla, Izmir ve oglan bizim, kiz bizim…

Daha once Cesmealti'ni hic bilmeyen, Urla'ninsa sadece adini duymus olan biriydim. Simdi ikisini de biliyor ve seviyorum.
Buralara gelme sebebim ise canim arkadasimin dugunu. Sule ile Engin'in bundan sonra hayatta beraber gulup, aglama ve yaslanma kararlari. Istanbul'da nikah, Urla'da dugun olarak aylar oncesinden takvime isledik ve vakit geldi nikahini yaptik, vakit catti dugununu yaptik!

Hulya ile 'dugunden onceki gun gidelim, hem de accik Urla'da takiliriz, yeriz iceriz' demistik. Iyi ki de oyle yapmisiz.

27/09 Cuma
Izmir Adnan Menderes havaalanina indikten sonra muhtelif toplu tasima araclariyla ulastik otele. 
Bu kisa olmayan yolculuk esnasinda cok tatli enstantaneler yasadik hayata dair, guzellige dair, Izmir'e dair. Hepsi kendi basina cok eglenceliydi ama aklimiza kazinan ise, Uckuyular'da yol sordugumuz otobus soforuydu.
Uckuyularda Cesmealtina giden arabalari ariyorduk ve tam da isiklarda dururken kapisi acik bir otobus durdu onumuzde. Hulyamiz ve bomba soruya bomba cevap. 
Hulya- 'Buradan Cesmealti'na giden otobus var mi?' Diye sordu
Otobus soforu- 'Olmaz mi! Ilerde, beyaz otobusler var, boyle yakisikli soforleri olan, sorun, onlar size gosterirler.'
Bu konusmayi duyan ben, hemen kafami kapidan uzattim tabii, bir de baktim ki, sofor abimiz Kevin Costner gibi adam. Sonra biz isiklardan gecip, gosterilen yoldan dogru ilerledik, kikir kikir gulerek eglenerek. Canim abimiz gunumuzun nesesi oldu. 
Sonrasinda Cesmealti'na giderken minibusde unutulan telefonlar, onlari sahibine iletmek icin cirpinan insanlar, adam bir de minibuse kosmaya calismasin diye, geri geri giden minibusler, benim bavulumu alip minibuse yerlestiren minibus soforleri… vs vs vs. yani insan Izmir'de insan oldugunu hatirliyor!
Bu maceralardan sonra uzun ama keyifli bir sekilde vardik Bilge Otel'e. temiz guzel bir yermis. Ikinci kat odalari yenilenmismis bilginiz olsun :)) aksam yemege gitmeden once Engin'lerin eve ugradik ve o muhtesem teyzelerle tanistik. Sen kahkahalarin coskun coskun havalarda ucusunu dinledik. Benim Afrika maceralarim pek bi eglendirdi herkesi :) Gecenin bombasi ise "amaan kizim, deli birakir, akilli kapar. Bosveer" oldu. 
Cok eglendik, cok gulduk. Yemege giderken de yemek yemis olduk! Sonrasinda balikcida guzelce hatrini sorduk buyuklerin! Bir ara ortalama sepet miktari muhabbetinden sonra, acaba teyzelerin yaninda mi kalsaydik dedik:)


28/09ctesi
Sabahleyin otelde mi, disarda mi etsek kahvaltiyi diye konusurken, bir de baktik ki, saat gecmis ve mecburen disarda kahvalti edecek yer aradik. Sahilde gittik geldik ve en sonunda Hulya'nin bakmakta israr ettigi Yesilcam'a geldik. Supper bir mekan. Iyi ki de israr etmis. 
Yesillikler icinde, havuzlu, koprulu sicacik bir yer. Kahvalti veriyorlar ve Pazartesileri kapalilar. Butun malzemeler taptaze ve lezzetli. Olur da yolunuz buralara duserse, aklinizda olsun. 
Keyiflice kahvaltimizi yaptiktan sonra yine onlardan aldigimiz bilgiler dogrultusunda kuafor bulup son islerimizi de hallettik. Sonrasinda, sirayla Bengu ve Sinem de es ve cocuklariyla katilinca hep beraber servis ve arabalarla dugunun olacagi zeytinlige gittik. 
Engin'in ailesi, elleriyle hazirladiklari yemeklerle doyurdular o kocaman insan guruhunu! Ellerinize saglik, mis mis. 
Hep beraber bolca fotomuz oldu kizlarla tabii ki, adet oldugu uzere :)

Sonra tavsiye uzerine Urla'ya inip 'Begendik Abi'de' bir posta daha yemek yendi. Surekli bir yeme icme halindeyiz :)) ama burasi ayri bir mevzuymus! Urla'ya gidilince kesinlikle ugranmasi lazimmis. Girit usulu su, su usulu bu seklinde donatilmis bir masamiz oldu. 
O, altinda muhallebi olup ustu citir kadayifli olan sey neydiyse superdi. Favorimdi. 
Sonra hoop tekrar dugun mekanina. Oooh aartik pist de dolmus. Herkes dumtek dumtek. Bolca oynamali, ziplamali keyifli sahane bir kir dugunu oldu. Hava da dunku gibi ustmedi neyse ki. 
Gecenin suprizinin havai fisek olacagini dusunurken, asil surpriz kokorecci oldu. 
Engin, bizim deli damat bir kokorecci ayarlamis dugun cikisina! Izmir'de kokorec baska turluymus yanliz onu anladim. Normalde cok da duskun olmasam da sarhosken yerim derdim. Izmir'de ise havada karada yerim oldu. 
Gece boylece bitiyor saniyorduk ki, bitmiyormus. Daha otelde, havuz basinda devam edecekmis. Ama ben devam edebilecek miyim o tartisilir!
Edebilenler devamda, edemeyenler yatakta. 
29/09 
Ertesi gun yine Yesilcam'dayiz tabii ki, bu sefer daha kalabalik bir aile olarak. Coluk, combalak seklindeyiz haliyle :) ben bile alistim artik. 

Sonra tabii herkes yavas yavas cekilir ve havaalanlarinin yolunu tutar. Bense tabii ki uzatmali sevgili. Pazartesi aksam donuyorum. Herkesi yolcu ettikten sonra denize girdim, oh yuzdum bu guzel Eylul gununde. Yarin da kismetse Ibrahim abimle buluscam :)

30/09 
Gunlerden Pazartesi olmasi itibariyle Yesilcam acik deil. Otelin kahvaltisini denemis oldum boylece. Eh fena degil. 
Kahvalti sonrasi, miss gibi yuzme molasi. Sonrasinda hazirlanma, otelden ayrilis ve koy kahvesinde cay, kahve. Oh miss ya. Hayat bu valla. 

Ibrahim abi gelince, bir anda senlendi ortalik. Acti, acildi. Ozlemisim cok. Once biraz civar semt gezmesi yaptik. Sonra sohbet, muhabbet, balik ve raki derken baktik ki saat yaklasiyor. Onun depoya ugrayip, oglu ve calisma arkadaslariyla tanisma. Sonrasinda kacinilmaz son, Izmir Adnan Menderes Havaalani. 

Merak ediyorsaniz sorun, ozlediyseniz gorun. Yok baska caresi…

Ne guzel bi dort gun oldu. Ne cok birakti geriye, ne de cok guldurdu, eglendirdi, mutlandirdi…

Gokten dusen uc elmadan haber alinamadi. Sanirim kafasina dusenler yediler elmalari :))

Darisi isteyenlerin basina diyelim…

16 Ekim 2013 Çarşamba

Ataturk Arboretumu

Istanbul'da Belgrad Ormaninin yanibasinda Ataturk Arboretumu. Arboretuma agac muzesi diyebilirsiniz. Bahcekoy'de oluyor kendileri. Iett imkanlariyla da cok rahat gidilebiliyor.

Netekim Eylul'de mukemmel bir hava da gittik oraya. Ortada golleri olan, dunyanin cesitli yerlerinden getirilmis, degisik degisik agaclarin oldugu, cok guzel yuruyus parkurlari ile donatilmis keyifli bir yer. Gun icinde gordugumuz bir cok agacin ne oldugunu ogrenmenin yaninda, bir de 'Cin kadin tuzlugu' adindaki o caliyi ogrenmis olduk. Bazi agaclarin ve calilarin isimleri o kadar enteresan ki, acaba bu ismi nasil vermisler diye dusunduruyor insani :))

Istanbul'un hem icindeki, hem disindaki bu mekana mutlaka gelip gezmenizi oneririm. Ve mumkunse de bir haftaici gununde yapin bunu. Sakin sessiz, kus civiltilari esliginde gezinin, bir agaca sirtinizi yaslayin, soyle bir gozunuzu kapatip kuslari bocekleri cevreyi dinleyin. Dinlenin. 

Ufak bir giris ucreti var. E tabii bu sekilde muhafaza edebilmek icin emek gerekiyor, emegin de bir karsiligi var. 
Herkese tavsiye edilir!…

3 Ekim 2013 Perşembe

Daglarda sarıbahar…

Bu baharin adi sonbahar degil sarıbahar olmaliymis. Bolu'nun daglarinin agaclarinin sozudur bu, benim degil. Bu muhtesem gri gokyuzunun altinda, sayisini bilmedigim kadar cok tekerlekli bu kocaman arabada, kaloriferin sicagi ile kalin kazagimdan siyrilirken, dagların sariligi gonlumu yesertiyor.

Ne guzeldir herbaharda agac olmak, ne guzeldir boyle sararmak, yesilden sariya kizila olan bu donusum ne muhtesemdir. 

Eger siz bu guzel saribaharda, daga gidip havasini dolduramiyorsaniz cigerlerinize bu can kokusunun, hic degilse gidin Belgrad Ormani'na ya da ne varsa yakininizda. 

Bu sarilar kizillar topragi boyamadan yetisin siz. Gorun, bakin, koklayin. 
Sonra halı olup serilirler toprak boyunca zemheri yuregine dustugunde…


2 Ekim 2013 Çarşamba

Sonbaharın ilk yağmuru...

Dünkü repliğim 'yağmur yağıyor ama hava yumuşacık' idi, bugün ise 'hava buzz esiyor resmen'. Vee geldi sonbaharın ilk günleri, nasıl da soğuttu hemen ve nasıl da giydirdi koyun postu kazaklarımızı.

Penceremden İstanbul...
Tabii bu noktada bu manzarayı izleme ortamımın da aldığım keyfi katladığını itiraf etmem lazım. İstanbul'da kaldığım nadir günlerden bir gün. Sabah şahane bir çay yapıp bu soğukta sıcacık içtim, içim ısındı.

Bu yağmurlu günde İstanbul müthiş manzaralar sunuyor tabii. Tüm griliğiyle yine çok güzel.

yağmura gülen çiçeklerim
Yağmurun yağışının, havanın soğuyuşunun, kışın öncülerine aldırmayanlar da var tabii. İşte benim yaramaz çiçeklerim. Adının aslanağzı olduğunu sonradan öğrediğim, şu görüntüleri içimi eriten çiçeklerim.
Bunların bir de hikayesi var aslında. Yıllar önce aldığım bir ev bahçe dergisi geçti elime. Ve şöyle kapaklarını çevirirken için bir paket tohum çıktı. Dergi çiçek tohumu hediye vermiş meğersem ve ben de unutmuşum. İşte yaşlaşık beş yıl beklemiş tohumlar için hemen bir saksıya toprak koydum ve tohumlarını da ekip suladım. İki hafta sonra çimene benzer yeşillikler çıkmaya başladı saksıdan. Çimen de olsa sulayacağım ve büyüteceğim dedim. Ve gün bugün oldu böyle şahane çiçekler oldu o ufacık tohumlardan. Keşke bunları nasıl tohumlandırabileceğimi bilsem ve seneye tekrar eksem. Ve aynı heyecanla sulasam, beklesem ne çıkacak diye :)
Balkondan böyle sırıtarak bakıyorsam, katkıları büyük...

Çiçekleri, ağaçları, baharı, yağmuru, kısacası doğayı hep çok sevdim. İçinde vakit geçirmek için her zaman elimden geleni yaptım. Kimi zaman şimarık, kimi zaman tuzu kuru, kimi zaman umarsız umursamaz oldum(!) bu sevgimin peşinden koşarken.


Kedili saksım, yeni güzelim
Ama bir gerçek var ki, her zaman gerçek kalacak olan, her zaman çok sevdim ve hep peşinden gittim neyi sevdiysem ve umuyorum ki hep de gideceğim.!