29 Haziran 2014 Pazar

GBI Gun2 - Komarom - Bratislava, 16 Haz

16 Haziran Pazartesi,

Broşür - önyüz
Broşür - arkayüz
Bugun Pazartesi. Birçoklarınız sabah erkenden kalkıp iş yoluna düştü. Ben bu zinciri kıralı bir buçuk yıl kadar oldu. Şimdi de artık gönüllü olarak GBI(Global Biking Initiative)'de Düşler Akademisi yararına gidiyorum bu yolları aynı diğer 18 kişi gibi.

İşte 7 gün sürecek turumuzun ikinci günündeyiz ve bugünkü yolumuz bizi Komarom'dan Bratislava'ya götürecek. Hergün çeşitli tür maceralar yaşayacağımızı bildiğimden 'bugün ne bekliyor acaba' diye merak etmekten kendimi alamıyorum. Bu yolculuk sadece bir bisikletle alınan yol değil aslında. Herkes başka tür bir yolculuğa çıkıyor bu GBI'larda. Öncelikle kendi kendinize meydan okuyorsunuz. Bu tura ilk katılan hiç kimsenin, o ana kadar 1 hafta kesintisiz olarak, günde 100km'leri aşan mesafelerde bisiklet sürmüşlüğü yok. Benim de ilk maceram 2011 yılında yaptığımız Çanakkale - İzmir maceramızdı. Hatta bizim gruptaki üç kişi hariç bir çoğumuz için ilk uzun turdu o hep beraber yaptığımız. O turun keyfi hiçbir şey de yok. Hiçbir zaman da olmayacak sanırım. İlk olmasından, herkesin eşit derecede acemiliğinden ve Tigin'in ve adını hatırlayamadığım şoförümüzün hayatımıza neşe katan acemiliği ve iyiliğinden ötürü sanırım. Tigin kendini parçalamıştı :) Hala anlatıp çokça güldüğümüz maceralarla dolu bu tur. özellikle Eski-Yeni Foça kısmı evlere şenlik.
Onu yazmamışım ama buradan sözüm olsun bir ara özet de olsa onu yazacağım. Silinsin istemiyorum, her ne kadar her zaman hatırlanacak olsa da. Detaylar daha fazla uçmasın.


Dönelim bugüne. 16 Haziran Pazartesi günü sabahı gözümüzü Slovakya'nın Komarno kentindeki Bow Garden Hotel'de açtık. Bizimkileri delilercesine övdükleri kahvaltıdan geriye pek birşey kalmamıştı ve gittiğimde ne yazık ki. Özellikle o çikolatalı kruvasanların bitmesine üzüldüm :( Neyse biz de bulduk birşeyler ve yedik. ama tabii benim gözün şişi falan inmemiş. Tam tersi tombik tombik duruyor. Hafif yanıyor ama kaşıntı vs yok neyse ki.
Dikkate aldığım kaynaklardan gözüm için gelen yorum sinek ısırığı şeklindeydi. Mantıklıydı ama hiç şimdiye kadar gözümden sivri yememişti. Demek ki her şeyin bir ilki varmış dedik ve kahvaltıdan bulabildiklerimizi de yanımıza çıkın olarak koyup, taksiye binerek ulaştık kamp yerine.
Fakat o kadar kalabalıkta hır gür şeklinde hareket ederken bazen istenmeyen durumlar da oluşmuyor değil. Biz hepimiz taksiye bindik ama meğersem Ezgi henüz oteldeymiş. Fatura almayı beklerken orada kalmış. Kamp yerinde İlhan söylediğinde öğrendim ama yapacak birşey yok. O da bir süre sonra taksiyle ulaşmış oldu kamp yerine neyseki :) Mesafeniz sadece 3 km arabayla neyseki.

Rotanın ikinci yarısı :)
Bugün yolumuz düz, hatta neredeyse dümdüz sayılır. Dün 1000 küsür metre çıkısımız vardı ama bugün sadece 300metre, yani çıkış yok diyebiliriz. 115 km'de 300m için :D
kamp yerini eşyalarımızı teslim ettikten sonra başladık sürüşe.
Bugünkü rotamız hep Tuna Nehri boyunca. Zaten turun genel özelliği Tuna'nın hep civarlarında olması.

Pitstop 65.kmlerde Gabcikovo diye bir yerde olacak Slovakya'da. Sadece 2 km sonra Macaristan'dan çıkıp Slovakya sınırlarına giriyoruz. Hava yine çok güzel. Keyifli bir tur olacak belli.

Keyifli olacak diye düşünüyorduk ama Slovakya'ya girdiğimiz andan itibaren köprünün altına indik veee süper bir mıcırın içine girdik. Öyle böyle değil. Bırakın bisikletle gitmeyi yürümek bile imkansız kalıyor.
Ve tabii ki aldım Mavi Boncuk'u elime yürüyorum. Ninja Turtles olarak bugün diğerlerinden erken çıkmıştık yola ama yol böyle olunca, onlar geldiler ve geçtiler. Zaten hemen sonrasında uzun bile olsa anayola çıkmışlar. Ki zaten biz de öyle yaptık ve ilk kaçabileceğimiz noktada kaçtık hemen. Vurduk ana yola. ama anayol dediysem üç şeritli yol beklemeyin. Tek şerit gidiş, tek şerit geliş bir yol. Ama yol kalitesi muhteşem, Slovakların haklarını yemeyelim. Biz ne yollar gördük Belçika'da :D Ondan sonra bunlar bal dök yala.
Bugün Mete de bizimle. Ana yola çıktık amaa tabii lastik patlaması vukuatı bize hoşgeldin dedi. İbrahim'in bisiklete nazar değdi diyorum artık. O mıcırdan sonra garip değil gerçi ama ilk defa bisiklet lastığının fısss diye sesli bir şekilde patladığını duydum. Neyse geçtik yol kenarına, yamadık tekrar taktık ve bastık yola.
Bizimkilerle ilerde buluştuk. Biraz fikir dayanışması yaptık ve Mete orijinal yolu kontrole gitti. Sonra 20dk geçti geçmedi döndü. Yol aynı kötülüğüyle devammış. Biz de o zaman anayola devam dedik. Bu yol rotamızı 20km falan uzatıyor ama olsun. nedir en fazla 1,5 saat yapar. Hiç değilse miss gibi sürüyoruz.
Ara ara acıkan Nisancanımız sayesinde yemek molaları veriyoruz. Dün Komarno'da dönerci gördüydük akşam ama henüz tok idik ve yememiştik fakat bizimkinin aklı orada kalmış. Tek istediği kebapmış şu anda. Tamam lan diyorum sana bulacam bir kebapçı.

Yollar uzar gider...
Bir ara gps'imizin bizi Bratislava'ya götürmek istemesi üzerine değişik köylere saptık sonra geri çıktık ve tekrar aynı yola girdik. Sonra iphone haritası ile gidelim dedik Gabcikovo'ya. ama oraya gitmeden önce yemek molası vermemiz lazım. Yoksa bu dünya tatlısı aç kurdum, bizi yer :D Önümüzde Calovo diye büyük kente benzeyen bir yer var haritadan baktığıma göre. Oraya gelince yer seçmem için ben geçiriliyorum öne. Ve daha 200m gitmiştik ki solda bir dönerci gördüm. Ahanda buradaymış dedim. Biizn Nisan valla sevilen kulmuş dedik. Ve hooop hep beraber daldık. İçeri girip siparişlerimizi verdik. Efe ve Nisan XXL Döner istediler. Gelen tepsiye inanamazdınız. Tabak değil tepsi. Koccaman hem de. Patates kızartması yatağının üztünde koccaman bir burger salata sos vs kocaman bir şey. Ve bizimkiler afiyetle mideye indirdiler. Ben mozzerellalı salata istemeye çalışmıştım ama ölmüş salata malzemelrinin üstünde beyaz peynir dökülmüş birşey geldi. Pek yenemedi tabii. Neyse tost istemeyi başarınca sorun olmadı. Zaten çok aç hissetmiyorum. Zaten sandviçlerimi yapmamın sebebi aslında bizim Efe ve Nisan. Yeter ki onlar acıktık dediklerinde yanımda yiyecek birşeyler olsun.

Mideleri şişirdikten sonra Gabcikovo'daki pitstop'umuza ermek üzere tekrar yola revan oluyoruz. Arada Nisan suyunun bittiğini söylüyor. Yolda gördüğümüz bir kafeye gönderiyoruz onu ve bekliyoruz acaba napıcak diye :) Ama suyunu doldurmuş bir şekilde 10dk geçmeden katılıyor bize. Vaaay süpersin bebeğim :D
Sonra artık durmadan varıyoruz Gabcikovo'ya. GBI çadırları uzaktan bile görünecek şekilde düz buralar. Yollar çok keyifli, hava çok güzel. Çok keyif alıyoruz bu yolculuktan. hele karınlar da tok olunca zaten değmeyin keyflere.
Pitstop'a vardığımız anda önce bir muz indirdik mideye. magnezyumdur iyidir muz. Yoğun aktivitelerde yenmesi gereken bir meyvemizdir kendileri. Biz de her bulduğumuzda tüketiyoruz.
Arada ayakta Mısır'lı ekibin nadide düzgün adamlarından Ahmed(El Sayed) ile konuşuyoruz. Türkiye'de GBI yapın deyip duruyor. Ben de mevcutta bir sürü tur olduğundan bahsediyorum ve Mayıs'ta katıldığım Gökova Bisiklet Turu'ndan bahsediyorum.

nehir kenarı yolu, mükemmel...
Sonra bir ara bizim İlhan'ların sesi geliyor, çok takılmadan hemen uzayıveriyorlar. Onları tutana aşkolsun. Bugün yolu erken bitirip Bratislava gezmek istiyorlar.
Bir süre sonra biz de artık toparlanıp yolumuzun diğer yarısını gitmek üzere yola çıkıyoruz.
Yola çıktıktan bir 10km sonra nehrin kenarında giden bir yol olduğunu keşfediyoruz. Burası tarifi mümkün olmayan bir yol. Şöyle düşünün sağınızda Tuna Nehri, solunuzda ormanlık alan. Hava 23derece falan. Tatlı bir esinti var. Bu yola çıkmadan önce bir kaç dk çimenlerde uzandım ve hafif uyukladım denebilir. Sonra yolu da görünce bana bir haller oldu. Çılgın gibi gitmek istiyorum. Grubun önüne geçtim deli gibi çeviriyorum ve hep içimden 'yol, ne olursun bitmeeee!!!'  diyorum.
Efe de keyiften çıldırdı :D
İnsan yolda bir çeşit evrim geçiriyor sanırım. an itibariyle yorulmuş olmam gerekiyordu halbuki.

Böyle diye diye bir de bakıyoruz ki artık Bratislava'ya girmişiz. Sonra kaptanımız geçiyor öne ve garmin yardımıyla bizi götürüyor bitiş noktasına.

Bundan sonrası ayrı macera zaten. Gittik baktık ki bavul kamyonu yok ortalarda. Bir saate kadar bekleştik halen yok. Ne zaman geleceğine dair tahmin yok! Bugün hostelde kalacağız ama bizim kalacağımız hostel değişmiş. Biz 450m ötede başka bir yerde kalacakmışız. Bugün hosteller GBI'dan.
Bekle bekle nereye kadar...
Sonra baktık beklemenin alemi yok. Gidelim bari hostelimizi bulalım dedik. Arada Çağatay ya da Erdinç'e denk geldik. Onlar hostelimizi bulmuş yerleşmişler. Ezgi de mesaj attı, bizim hostel Mansard, hatta oda numaramız şu diye ama bana o an çok birşey ifade etmemişti. Neyse Erdiç'in tarifiyle hosteli gittik bulduk. Süper şeker ve terrrrtemiz bir yer. Bayanların odasını bulduk eşyalarım yok ama yerleştim. En azından kendime altı tane yatak içinnden yatak seçtim. Bütün her yer İkea'dan fışkırmış gibi ama her yer. Mutfak, oturma odası, yatak odaları, banyo, wc vs heryer yani.

Sonuç olarak Mansard Hostel'deyiz, bisikletlerimizi yerleştirdik ama bavullar ve bavul kamyonu ortada yok ve biz bisiklet tayt, forması ve ayakkabıları ile pek çekici ve kirliyiz :D

Ha bu arada burada herkesin adı mı Atila olur. Bugün tanıştığım üç erkeğin ismi Atila idi, hosteldeki çocuk da dahil.

Bizim İlhan'lar çok aç olduklarından bavulları beklemeyip yemeğe gitmişler. O kıyafetlerle gitmiş oturmuşlar :) Naapsınlar. Biz başladık beklemeye. Ben oturma odasında yayılırken uyuyakalmışım.
Sonra haydi bavullar geldi diye bir laf duyduk. O seksi bisiklet kıyafetlerimizle Bratislava'nın en işlek caddesinde akşam yemek saati yürüyerek gittik ve bavullarımızla daha gürültülü olarak döndük.

Bratislava
Bratislava
Ve hemen duş ve yemek için kaçış. Yemeyen bir biz kalmışız zaten. Bugün Nisan ve Efe McDonald's yemek istemişler. Hayırrrr dedim ben. Hostelin hemen altındaki restoranda ahtapotları görmüşken Mc yiyemem yemem. Neyse duştan sonra uykuya direnerek kendimizi Bratislava sokaklarına vurduk. Çoook güzel bir kentmiş burası. utlaka gelinip görülmesi ve gezilmesi lazım. ama bir kaç saat değil, bir kaç gün olmalı bu. Umarım bir gün olacak. Ve bambaşka türlü olmasını istiyorum o günün. Dileğim umarım duyulmuştur....

Akşam Bratislava'nın o ılık havasında, güzel ve çok keyifli bir yürüyüş yaptık. Yürüyüşün amacı biraz da acıkabilmek. Henüz aç hissetmiyorum. Sonra o restoranlarla dolu, şenlikli sokaklardan birisine girdik. Bir tanesinin menüsünde öyle bir şey varki kayıtsız kalamadım. Bir deniz ürünleri tanağı. Jumbo karidesler, istakoz, kalamar, ahtapot, midye, sepia vs vs. Muhteşem ötesi. Hazırlanıp geldiğinde de aynı güzellikteydi. Ve çok güzel bir beyaz şarap eşlik etti bu güzelliklere, daha da tatlandırdı lezzetlendirdi herşeyi. Ve daha döndü başlar.
Bratislava
Kısa bir sürede bitirdik yemeği. Parmaklar yalandı yalandı duruldu. Her şey çok güzeldi.

Bugüne dair yazacaklarım, yazabileceklerim bu kadar.





Bir dilek tut, belki bir gün gerçek olur.

28 Haziran 2014 Cumartesi

GBI Gün1 Budapeste - Komarom, 15Haziran

14 Haziran akşamı;

Bir önceki günün akşamı Buda ve Peşte turumuzu bitirip de buluşabildikten sonra, akşam bizimkilerin daha önce keşfettikleri Meksika restoranına gittik. Pek acı sever birisi değilim. Ama buradaki Death acısından bahsetmek lazım. Burak'ın gözler fışkıracak gibi olduydu bir çay kaşığından az miktarı mideye indirdiğinde. Ve Evren ise yine yapacağını yaptı ve yine şaşırttı bizi. Yedi yedi o ölüm acısından, sonra bir de utanmadan gidip bu şişeyi alabilir miyim diye restorandan istedi. En nihayetinde vermediler, o da almadı, bıraktı. Ama tabii mevzu Evren'in kaşıklar misali yediği o çılgın acı. Normal bir Jalepano biberinin 900 katı acı olduğu yazıyordu şişenin üzerinde. Varın siz düşünün yani nasıl bir acı olduğunu ve bizim genel itibariyle narin görünümlü Evrenimizin onu nasıl yediğini. Ufak denemeler yapan ya da yapmaya çalışanlar hızla uzaklaştılar, şişeden.


Yemek sonrasında gözlerden ılgıt ılgıt uyku akıyordu ama bir daha ne zaman BudaPeşte'yi akşam görürüz hadi biraz ışıklarını seyredelim diyen arkadaşlarımızı kırmadık, bir iki nehir ve gece fotoğrafı da biz çektik tabii ki. Sonra da geldiğimiz gibi metroya binip döndük. Hamza'nın polislere takılma macerası ise, gidişte miydi, dönüşte miydi hatırlamıyorum. Ama sonuçta geldiğimiz sayıda, döndük otelimize.
Yarın gün erken ağaracak. Bavulları ve kutuları otobüse yerleştireceğiz, biz ise bisikletlerle gideceğiz Vodafone Macaristan Genel Merkezi olan başlangıç noktamıza.

15 Haziran - Gün 1

Sabah aynı patırtı ve gürültüyle kalktık, kahvaltı yaptık (Fortuna otelde kahvaltı namına ne bulabilirsek işte :) bisikletleri indirdik, bavulları indirdik, kutuları çıkardık, fotoğraflar çekildik vs veee sonunda aracımız geldi ve eşyaları ona yerleştirerek, yolculadık. VOCH'e yolu o biliyordu, bu biliyordu derken, hatırlamıyorum kimin ama birinin peşine takıldık ve 10 dk sonra VOCH'e vardık. Bir girdik ki, ilk varan ekip biziz. Öyleki, bavul kamyonu hazır değil, kutu kamyonu henüz kutu almıyor vsvs. Biz de böyle olunca bisikletleri duvara dayayıp, fotoğraf, dinlenme vs zaman geçirdik. Yavaş yavaş takımlar gelmeye başladılar.

Her zamanki gibi en gürültücüleri Mısırlılardı tabii ki. Katarlı kardeşlerimizse, yakan formalarıyla pek bir havalı bir şekilde intikal ettiler, toplaşma alanına. Diğerlerinin hepsi sakin sakin giriş yaptı.
Bir süre sonra ortalık bayağı kalabalıklaşmış ve artık registration yani kayıtlarımız açılmıştı. Sıraya girip ismimizin karşısına imzamızı attık, malzeme paketimizi ve sonrasında da kahvaltı poşetimizi alarak, sahneyi sıradakilere bıraktık.
Arada acıkıldı, verilen poşetteki mamalar yendi, çalışan bir kafe bulundu, kahveler alındı, vee sonunda açılış seromonisi başladı. Arada bizimkiler bavul ve kutuları verme işini halletmişler sağolsunlar. VOCH CEO'sunun konuşmasını dinleyip bir iki foto aldıktan sonra başladı artık yolculuğumuz. Yihhuuuuu.....

Daha ilk 100.metrede tren raylarında Efe'nin hooop diye düşmesiyle bir anda nefesler tutuldu, neyse ki düştüğü hızda kalktı. Yüreğimiz hopladı ama olur böyle şeyler. Bisiklette bir doğru üzerinde gidiyorsunuz ve hareketinizin devamlılığı yine ve sadece tekerlerinizin dönmesine bakıyor. Yoksa, gümm. Yerdesiniz.

Neyse bu küçük şoku atlattıktan sonra ver elini Komarom. Başladı o heyecanla beklediğimiz yolculuk. Mümkün olduğunca hızlı bir şekilde şehirden çıkmak istiyoruz. Haklarını yemeyelim Macaristan bisiklet konusunda çok ileri ve çok medeni bir ülke imiş. Ama yine de şehirde sürmek çok keyifli değil. Hele 19 kişilik bir takımla gidiyorsanız, TIR gibi :D

Çok geçmeden kopmalar başladı zaten, yollarda çoook güzel olmaya başladı. Bu Macaristan ne güzel memleketmiş yaa. Hava da çok güzel. Tırım tırım gidiyoruz. Ara ara İbrahim kopuyor, lastik patlatıyormuş. Süper bir yokuş vardı, daha bismillah demeden karşıladı bizi. Oooooh nazar değmesin mavi boncuk'umla miss gibi çıktım yokusu. Burayı çıkarken İbrahim iki kere lastik patlatmış. Mustafamız teknik ekip olduğundan onunla kalıyor :) Çok organizeyiz ööle bööle değil.

Ben de grubun yazmanı. Yaz kızım....Yazıyorum abi :D

Bu arada Nisan koptu gitti, Soner'lerle. Efe ile İlhan'larla karşılaştık, yol kenarında çok şirin bir restoranın önünde. İlhan yemek yemek istemiş ama restoran kredi kartı ve euro kabul etmiyor bizdeyse Forint yok. Bende var biraz ama 8 kişiye yemek yedirecek kadar değil. Dolayısıyla biz de kahvaltıda yaptığımız çıkınlarımızı açıp yumuluyoruz bir güzel.

Biz bu restoranın önünde biri yer biri bakar misalı çıkınlarımızı yerken Mustafalar olay yerimize intikal ettiler. Vee bir iki kere daha lastik patlatmış İbrahim. Bugün kısmetli anlaşılan. Daha fazla yorum yapmayayım, zati dellenmişti geldiğinde hafiften.

Neyse onlar da biraz dinlendikten sonra hepberaber tekrar düştük yollara. Yollar da nasıl güzel nasıl güzel, dadından yenmiyor.  Artık köylere girmeye başladık. Şeker şeker yerlerden geçiyoruz. Bu sefer biz koptuk ama bu kopuş yine bir lastik vakası sonrası mı oldu bilemiyorum fakat yol kenarındaki çok şirin bir cafeye çöktük vee kendimize kahvelerimizi ısmarladık. neyseki bendeki forint'ler kahve almaya yetiyor. Yoksa, bu Macar ellerinde kahvesiz kalacağız :D

Sonra tekrar döküldük yola. Ama  arka lastik çok geçmeden yine havasını söndürdü. Artık lastik değiştirmekten ve hava basmaktan illahlah etmiş olan arkadaşımız çoook komik sürüşler yaptık. nasıl mı? Şöyle efenim. Patlayan lastik arkası olduğundan çıkışları pek çekemiyor ama inişlerde ağırlığı öne vermek için üst tüpe falan oturuyor pedalları kilitlemiyor ayaklar önce gidiyor vs. Ben de artık gülmekten kırılıyorum ama çaktırmadan.
En azından ben öyle sanıyorum.

Efenim neyse, en sonunda GBI pitstop'a vardık ve hemen lastikleri değiştirdik. Kravandan büyük pompa da bulunca ohh dedik. Ama biraz erken demişiz. Bu arada daha 40km yolumuz var ve akşam saat 16.30 olmuş durumda. Biz rekor sayıda ki patlamalarımızdan henüz kurtulduk ( mu acaba?)

Mola yerinde tamirimizi yaptıktan sonra, oturduk, dinlendik, sonra artık yola revan olalım dedik.
Dedik ama yol bize reva imiş. 10metre gittik gitmedik baktım geri dönüyoruz. Lastik yine inmiş.
Ve döndük, güzel güzel bisikletleri yardım aracına yerleştirdik, biz de minibüste yerimizi aldık ve 1 saat kadar sonra kamp yerine vardık.

Biz vardık hemen arkamızdan da sürerek gelenler vardı.

Çocuklar, İlhanlar vs herkes geldi. Ben duşun çekimine dayanamayıp hooop hızlıca paklanıverdim. Arada Ezgi ile beraber önce voucherlarımızı sonra, yemeğimizi aldık 11voucher'a. Haşlanmış patates üstü et. Miss gibi geldi bira ile. Nasıl da acıkmışım, gözüm dönmüş.

Bisiklet, Fahrad Engel'deki dostumuz Stefan'a bırakıldı. Stefan iç lastiği değiştirmiş. Bisikletleri yerine koyduktan sonra artık otele gidebilirdik.
Evet bugün lüks takılıyoruz otelde kalıyoruz. Bow Garden. Ama enteresan olan, kamp Komarom-Macaristan'da, otel ise Slovakya'da. Ya işte böyle enteresan. Avrupa'da sınır olmayınca tabii. 2 km yakında diye ayarladığımız otel diğer ülkedeymiş haberimiz yok. Olduğu yerin adı da Komaro!

Kimimiz taksiyle, kimimiz bisikletle, Ninja Turtles ise yürüyerek gitmeye karar verdi. Eküriler pek memnun değilmiş gibi göründüler ama yapcak bişi yok başladık yürümeye. Sınır olan köprüyü geçmeye başladığımızda güneş batışının son kızıllıklarını yaşıyordu gökyüzü. Utanmış da kızarmış gibi. Sonra yavaş yavaş morluklardan karanlığa doğru ilerledi, biz de Slovakya'ya vardıkça.

Bizimkiler Villa Centro'da kalıyorlar, Bow Garden'da değil. Önce onları bıraktık, sonra Bow Garden'a beni. Vee sineklere teslim olduk!

Bow Garden beklentilerimizin çoook çok ötesinde bir yer çıktı. Çok güzel bir bahçesi var. Dışardan girdiğinizde o kapıdan geçince böyle birşeyle karşılaşmayı hiç beklemiyorsunuz. Hele Fortuna'dan sonra hiç beklemiyorsunuz :) Ezgi'yi gördüğümde, bahçeden falan bahsetti, aa ne güzel dedim, mutlandım valla. Bugünün maceralarından sonra iyi gelir böyle bir muhabbet.
Bir de akşamleyin süslenmiş püslenmiş idi renkli ışıklarıyla bahçe. Belki ondandır o kadar güzel görünmesi. Sanki bahcede az sonra kına gecesi yapılacak gibiydi ortalık. Vee tabii ki ne yapılır,bir bira ısmarlanır, İlhan, Mustafa, Dursun vs hepsi Qatar'lı çocuğun düşüşünü anlatıyorlar. Oyy videoyu seyredince içim kalktı. Ezgi'nin de zaten epey uykusu vardı ve biz olay mahalinden odamıza doğru jet hızıyla aktık ve yumuşacık güzelim yataklarımıza girdik.

Biz bu kadar hızlıyken sivrisinekler de o kadar hızlıymış. O kısa aralıkta o kadar çok yerimden yemişler ki ve bir de sol gözümden.
Gece yarısı gözümün ağrısıyla uyandım ve bir tuvalete gittim bakayım diye. Bir de ne göreyim, benim sol göz olmuş davul. Henüz kırığımın tam iyileşmemiş olması ve vişne ağacına daldıktan sonra Engin'e dalmamak için sağa düştüğümden kafayı sarstım ve ondan şişti diye çok tırstım.
Çok kafaya takmamaya çalışıyorum, sabah kalktığımda herşey geçmiş olur belki.

Ümit yiğidin ekmeği, ye memed ye!

Bugünkü yolumuzu gösteren broşürümüz..









Bu da Endo kayıtlarımız. Hergün endo açmadım, ama bugün gittiğimiz yolun var. Yarın yok. Arada başka uygulamaları da test ediyorum haliyle. Endo biraz yetersiz gelmeye başladı.



Yabana Doğru...

Bugünlerde 'yok yok hayırrr' dediğim şeyler, 'yes yes evet eveeet' diyerek üstüme üstüme geliyor.
Kaçmak istiyorum ama seferler iptal oluyor. Kalakalıyorum. Ben İstanbul'a, İstanbul bana kalıyor. Kaçamıyoruz birbirimizden ve peşimizde sürüklediklerimizden.

İşin kötüsü fazla hareket de edemiyorum başka bir sebepten ötürü burada yazamayacağım, mıhlanmış gibiyim, mezarlık yeşilliğine...

Derken zamanından erken açılan bavulumu karıştırıyorum ve ne zamandır aldığım ama okuyamadığım, onun gibi dördüyle yanyana duran kitabımı alıyorum elime.
Bir an bir şaşkınlıkla tekrar bakıyorum kitaba. Aaa gerçekten 'into the wild'. Şaka gibiydi.

Yaklaşık 1 ay önce film listem vardı yazdığım ve listenin en başında duran filmdi, 'into the wild' ve evet ben onun kitabını almışım ve henüz okuyamadıklarım arasında ilgi göreceği günü bekliyormuş. enteresan olanı tabii, uçakta can arkadaşımın ...'benimle konuşma bence bu filmi seyret' demesi geldi. ve o zaman neden tarifi mümkün olmayan, Fransızların de ja vu dedikleri şeye benzer bir his yaşadığımı şimdi anlıyorum. Ben bunu yılın başında, Beşiktaş'taki Alkım'dan almıştım.

İşte böyle. Sabah çok erken kalktım, hava soğuk ve rüzgarlıydı, bakalım bugünkü yolculuk nasıl olacak düşünceleriyle kapattım çantamı. Derken gelen sms ile hava muhalefeti sebebiyle seferlerin iptal olduğunu öğrendim. başlamış olduğum kahvaltı hazırlığı yavaşlayarak devam etti, ileri tarihli başka bir bilet alındı, hava durumu kontrol edilerek. Bakalım bu sefer şansımız nasıl olacak!

Dışarda herşeyi toz zerreciğine dönüştürmek isteyen bir rüzgar var.
Sesi korkutuyor.

27 Haziran 2014 Cuma

GBI 2014 Anıları - 13-14 Haziran ve kamp hayatı...

Anılar silinmeden taze tazeyken kaydetmek istedim, fazla zaman geçirmeden.

13 Haziran günü sabah 07.25 uçağında yerimizi aldık 16 kişi, 3 kişi ise yarın gelecekti. Oldukça güzel bir uçuştan sonra Budapeşte havaalanına indik.
Orada bisikletlerimizin gelişi yine maceralı oldu tabii ki :) Abiler 16 tane bisikleti indirirken biraz şaşkınlık içindeydi. neyseki uçak rezervasyonumuzu yaparken bisikletli geleceğimizi bildirmiştik de orada sorun yaşamadık.
Kutularımızı yüklendikten sonra, Gündoğan'ın katkılarıyla ayarlanmış olan transfer aracımıza doğru yollandık.
Kapıda epey bekledikten sonra, koca bir otobüs arkasında bisiklet taşıma romörkü ile yanaştı. ancak onlar bisikleti açık halde taşıyacaklarını düşünüp böyle bir romörkle gelmişler, ancak bizim bisikletler THY kuralları gereği, parçalanmış ve kutulanmış haldeler.
Neyse arkdaşlarımızın yoğun çabalarıyla otobüse bisiklet kutularımız ve bavullarımızla sığdık ve 40 dk süren bir yolculukla sevgili Fortuna Hotel'imize ulaştık. 2 gece burada misafir olacağız. Pazar sabah da tur başlıyor zaten. İşte böylece varmış olduk. Tabii o kadar erken varınca odaları alamadık, biz de iyi napalım deyip vurduk kendimizi
Budapeşte yollarına. Bizimkilerin kararsızlıkları sonucu bir noktada Ezgi ile yollarımızı ayırdık grupla ve çok güzel dolaştık Budapeşte'de, şahane kruvasanlar yedik, kahvemizi içtik, o şanlı
koprünün yanında birayla serinledik, ünlü pazarlarını gezdik vs derken otele
geldiğimizde telef vaziyette yorgunduk. Aslında fikrimizde bir güzel duş alıp, biraz dinlenip sonra akşam yemeği için bizimkilerle takılmak vardı, o keşfettiğimiz Nişantaşı'nı andıran keyifli sokakta. Amaaa biz duştan sonra kafayı yastığa koyunca sabaha kadar kaldıramadık ne yazık ki. ama pişman olmadım asla da değilim :D Sadece klimayı açık unutmasaydık eyiydi dedim, gece uyanıp da kapatırken :D

Sabah uyanıp da kahvaltıya gidince baktık ki herkes orada, oo hatta hepsi bisikletleri kurmuş ve BudaPeşte'yi bisikletle gezmenin planlarında. Benimkisi kurulu bile değil dahaaa. Ama hemen kahvaltıdan sonra inip Nejat ve Ali'nin yardımıyla (sağolsun, eksik olmasınlar:) bisikletim hazırdı.

Eveeett o an geldi çattı. Mavi Boncuk'a ilk defa binecektim. Hatta pedalları herşeysi yeni. Önce bir İlhan tur attı otoparkta. ama bendeki heyecanı anlatamam size. Kalbim nasılda atmaya başladı. Sağ pedalı kilitledim, bir türlü kalkıp solu kilitlemiyorum. Pat pat pat ediyor kalbim, sanki binlerce km gitmemiş ilk defa bisiklete binecekmişim gibi heyecanlıyım. Sonunda ünlü kalkışı yaptım veeee otoparkın içinde dönüp durdum. Vayyy ne değişik bir aletmiş bu böyle dedi. Gidonu çevirmeye gör anında dönüyor. Tepkisi çok hızlı bisikletin.

Herkes hazır olduktan sonra, kasklar takıldı, eldivenler giyildi ve vuruldu yola. Ama nabzım coştukça coşuyor. Yolda pedalı her çevirdiğimde heyecandan içim pırrrlıyor. Her km'de daha da çok alıştım tabii. Sonraaa özgürlük anıtına çıkalım dedik.
Mükemmel virajlı ve dik bir çıkışı var buranın. Uhuuuu dedirtecek tarzda. Bu şekilde sevgili birinci vitesimizi de ilk defa tatmış olduk.

Çok keyifliydi. Çoğu yerde ben dursam bile bisikletin gidiyor olması şaşkına çevirdi beni.
Ormanlı turundayken Dursun'un gelip, bak senin sürekli pedal çevirmen gerekiyor burda ama ben hiç çevirmiyorum, yol bisikletiyle çoook rahat ediceksin demesini anlıyorum şimdi.
Tabii bir de yollarının hastasıyım, yokuşlarının ustasıyım. Ben diğerleri gibi öne compact taktırmadığım için üçlü dişlimle güzel güzel gidiyorum. Miss.

Ama bugün tabii ters yollara mı girmedik, trafiktekileri şaşkına mı çevirmedik, film çekimine mi rast gelmedik, yoldaki bağrış çığrış konuşmalarımızdan Türk'leri etrafımıza mı çekmedik. her şeyi yaptık!
Veee tabii ki bir de Trek mağazasına uğradık. Trekmania grubu olarak. Mağazanın altını üstüne getirdik. Düşünün 15 tane manyak bisikletçi ufacık bir Trek mağazasına dalıp, ona buna saldırırsa ne olur! Fecaat. ama ben de sonunda güzel
bir suluk buldum, Mavi Boncuk'uma da uygun :D Dün Ezgi ile dolaşırken bir bisiklet mağazasından ona kask almıştık. Bu arada Budapeşte'de bisiklet ve her türlü malzeesi Türkiye'den %40 falan daha ucuz.

Bugünün bisiklet turunu artık tamamladıktan sonra otele gidelim, temizlenelim dedik. Gittiğimizde İbrahim, Efe ve Nisan da varmışlardı. Bu arada Ömer Efe ve Nisan mükemmel iki bebe. Süper kankitolar, çok eğlenceli keyifliler. Hayran oldum, hasta oldum. Henüz 15 yaşındalar ikisi de ama bir çok kişinin yapamadığı (kondüsyondan bahsetmiyorum, o zaten tavan yapmış, hepimizi silkelerler) tek başlarına harika şekilde hallediyorlar.

Ne mi dersek şöyle;
Şimdi ekipte bir kampçılar grubu vardı, bir de otelciler. Ben, Efe, Nisan, Ezgi, İbrahim kampçılar grubu. Geri kalan 17 kişi otelciler grubu idi. Haa tabii kampcılar grubu ile otelciler grubu da %99 ayrı sürüşler gerçekleştirdi. Bir kaçış grubu vardı, ki zaten onları tesadüfen görürseniz ne ala. Bir orta halliler grubu ve bir de Ninja Turtles grubu, yani biz :D

İşte Ninja Turtles'ın şahane kapluşlarından olan Efe ve Nisan grubumuzun vazgeçilmez yıldızları idi. Kızlar gidişine, yollar sürüşüne hasta yani, o biçim.

Kampta kalmanın bazı gereklilikleri ve süreci var. Şöyle ki; 
Efenim akşam olup da kampa vardığınızda önce bisikletinizi, bisiklet toplama alanına götürürsünüz ve sonra gider bavulunuzu bulursunuz, ondan sonra kamp yerinde kendinize bir sünger ve sünger yeri bulursunuz, sonra eşyalarınızı dağıtıp tulumunuzu çıkarırsınız ve sonrası eşyalarınızı alıp duş sırasına girersiniz. (burada bayan olmanın avantajını tuvalet ve duş sırasında bolca yaşıyorsunuz. Sıra yok :D) Duş alınıp paklandıktan sonra, eğer yemek için bir plan varsa ona dahil olursunuz yoksa kampın yemek sırasına girersiniz. Bolca geyik yaparsınız. %100'ü bisiklet ve o günkü rotada yaşanan maceralara dairdir. Akşam olunca da dişlerinizin fırcalar ve tulumunuza gömülürsünüz. Genelde bu saat çok geç olmaz 11 civarı yatmış olursunuz. Kampta gün erken ağarır. 6 olmadan kalktım ben her seferinde. hep erkenci oldum ama olsun uyanmak için daha fazla vaktim oluyor işte :D
Sonra sabahleyin aynı process tersten işler bu sefer. Eşyalarınızı toplarsınız, bisiklet tayt forma ayakkabı vs giyersiniz, tulumunuzu toplarsınız, bavulunuzu toplarsınız, süngerleri toplama alanına yığarsınız, bavulunuzu toplama alanına götürürsünüz, kahvaltı yaparsınız ve yola çıkarsınız.

İşte bu akşam ve sabah seromonilerinde ve gün içindeki sürüşlerde bizim Efe ve Nisan mükemmel bir performans sergilediler. kendi başlarına her işlerini süper şekilde hallettiler. Bir ara Efe'yi duşların önüne oturmuş sıra beklediğini ve diğer bisikletçilerle muhabbet ettiğini gördüğümde, yüzümde önleyemediğim bir gülümseme oldu. Hayrandım bu canlara.
İşte turun en genç katılımcıları 15lik Efemiz ve Nisanımız, bu tur anımızı farklılaştıran, zenginleştiren, bizi ümitlendiren sürücülerimiz oldular.
Çok sevdim ve hatta çocuklşara bakış açımı bile gözden geçirdim diyebilirim. Onlarla dünyanın öbür ucuna bile gidilir. her yerde her türlü zorlu aktiviteye girilir. Muhteşemsiniz arkadaşlar. İyi ki vardınız, iyi ki varsınız...

25 Haziran 2014 Çarşamba

Kirlangiclarin cigliginda Galata…

Kirlangiclar ciglik cigliga,
Galata'da hersey ayni muammasinda yuvarlaniyor,
Bir yerlerde birileri klarnet caliyor,
Klarnet ozeldir benim icin calmayi diledigim tek enstrumandir hatta,
Galata cay bahcesinde, Sirin Borek'ten alinan peynirli borekle cayin carpismasi,
Mukemmel otesi.

An itibariyle karnim tok, sirtim pek…

Galata'da hayat civil civil…

Benim bebeler ucledi…

Hastasiyim…
Ayhan Sicimoglu misali oldu :))
Ama VW T1'lerin hastasiyim. Bu kadar mi sirin olur birsey. Baska maket biriktirme vs gibi bir olayim yoktur. 
Ama bir sekilde de tesaduf ediyor iste ve renk renk T1'lerim olmaya basliyor. 
Pazar gunu bisiklet turundan donerken, Munih havaalaninda gordum bu turuncu guzelligi ve ekledim digerlerimin yanina. 

Baktikca mutlu oluyorum :D