İlk günlerde pek de kaale almadığım
Koronacan yapacağını yaptı. Evet dönüş yolundayım, iki hafta
erkenden.
Bir haftadır yazmamışım. Açıkçası
yazacak motivasyonum ve zamanım yoktu. Yog Ganga baskılara göğüs
germekten yorulup, dersleri sıkıştırdı ve 16 Mart Pazartesi
sabah dersi ile birlikte derslerimizi tamamlamış olduk. Tüm asana,
pranayama ve konuşma derslerimizi yaptık.
Ama neleri yapamadık, Purkal'ı
yapamadık, birlikte yapacağımız yürüyüşümüzü yapamadık,
hep beraber yiyeceğimiz öğlen yemeğimizi yapamadık. Bunlar
birlikte yapmacağımız ama yapamadığımız şeyler. Benim şahsen
olan planlarımdan ise bahsetmiyorum hiç.
|
Rajiv |
Swati ve Rajiv boş günleri iptal etti
ve kalan günlere de iki üç ders koyarak programı tamamlamış
oldular 4 gün erkenden bitti program. Bu arada son günden bir gün
önce hava açtı. Yani diğer tüm günlerde yağmur ve soğuk devam
etti. Hem stüdyoda hem de evde donmaya devam ettik. Derken Pazar
günü o kadar güzel açtı ki hava, bir an bütün dertleri
unutturup, umut aşıladı bünyeye tam da gerektiği zamanda.
Bugün ayrıca öğlen yaptığımız konuşma dersimizi dışarıda yaptık ilk defa. Meğersem ne kaa güzel oluyormuş.
Günler boyunca insanların, korona
sayısı şöyle olmuş, şu ülke sınırlarını kapattı, bu ülke
uçuşları durdurdu, şu havayolu Avrupa'ya uçuşlarını iptal
etti vsvsvs konuşuldu.
Derken benim uçak 10 saat öne alındı.
İyi buna da şükür ne olacak ki diyerek ben aynı programa devam
etme kararı ile hayatıma devam ediyorum. Ya da etmeye çalışıyorum
diyelim. Swati ve Rajiv açık açık evinize gidin dediler.
Gidemediğiniz süreçte de fazla ortalıkta dolaşmayın, göze
batmayın vs diye ısrarla tembihlediler. Bu arada da Dehradun'da ilk
vaka teyid edildi. Tam da gitmeyi planladığım Orman Fakültesinde.
Buradaki bir stajyerde tespit edilmiş :( Burada ziyaret edilecek en
nadide yerdi burası ama artık mimkin deil. Daha Yog Ganga ve Rajpur
marketinden başka hiç bir yer görmedim zaten zaten. Aslında bir
gerçekten bir fanusta yaşadık iki haftadır.
|
ben, Kate, Francois |
Bu arada ben pek bozmuyorum keyfimi.
Pazartesi ders bitişinde Jean Francois'yi bulur bulmaz hemen
şelalere yürüyeliiiim diye yapıştım. Francois, şahsına
münhasır bir Fransız abimiz. Bizim evdeki komşularımdan. Pire
gibi minnak bir abi. Ama şelalelere şimdiye kadar iki kere yürümüş
bile. Dört yıldır geldiğinden ve sürekli pire gibi
dolaştığından da her yeri biliyor. Çok da kibar olan bu abimiz
memnuniyetle kabul etti isteğimi. Öğleden sonra saat ikide o, ben
ve Kate buluşup şelaleye yürüyeceğiz. Şelaleler kısa bir yürüyüş
diye önce dağın tepesindeki Shiva tapınağına çıkacağız,
sonra şelalelere ineceğiz sonra da ev.
|
Şiva |
Saat geldi ve Kate, Jean ve ben
başladık yürüyüşe. Çıkışımız 1,5 saat sürecek dedi
Francois, ancak dağın önüne gelip de gideceğimiz yeri
gösterdiğinde pek bi inanmadım. Ama yapacak bir şey yok. Ben
istedim :) Hava güzel güneş sıcak ve ben en sevdiğim şeylerden
birini yapıyorum dolayısıyla şikayet edecek değilim. Evet
haftalardır yogadan başka bir şey yapmıyorum ama yoga zaten
acayip bir şey. Seni hayatla yoğuruyor. Yavaş yavaş o dimdik
yamaçları çıktık. Ve gerçekten tam da bir buçuk saat sonra
vardık tapınağa. Aşağıdan baktığımda üç saat sürer bura
dediğim dağın başına bir buçuk saatte vardık. Tapınakta
hoplama zıplama çalışmalarım oldu tabii bolca. Tırmanışımı
yapmışım, çayımı içmiş kuruyemişimi yemişim kim tutar beni
:D
|
şelalelere doğru |
Yarım saat falan eğlendikten sonra
inişe geçtik. Sonra şelalelere doğru tekrar çıkışa geçtik.
Güneş yavaş yavaş yattığından ortam serinledi. Bir de suyun
kliması ile daha da çok hissediliyor. Şelalelerde de bir müddet
takıldık eğlendik, suyla oynadım falan. Havanın ve suyun keyfine
vardık. Sonra tekrar dönüşe geçtik. Kate yarın gidecek, arada
biletini almış. Aslında günlerdir almaya çalışıyor da sonunda
olmuş. İnsanlar çılgın gibi gitme derdinde. Bir uçak bulup
kaçmaya çalışıyor. Haydi hayırlısı.
|
Kate |
Neyse biz hep beraber bugünümüze
şükrettik. Dağda yürüdük, suda oynadık, ohh içimiz ferahladı
biraz. Az buz değil 10km yürüdük ve sağlam yorulduk. İki gündür
yaptığımız geri kıvrılma hareketlerinden dolayı bacaklarım
ağrıyordu, bu yürüyüş ilaç oldu :D
Eve gelir gelmez duşumu aldım. Yarın
da Mussoorie'ye yürümeye karar verdik. Kate olmayacak ama yarın. O
sabah 5'te çıkacak yola. Biz ben, Francois, Neil ve Geeta ile
yürüyeceğiz. 1150M tırmanış bizi bekler.
Akşam yemeğinden sonra erkenden uykum
geldi, saat 10-11 arası uyudum. Bizim Alex gitmiş bile, yemekte
yoktu. Zaten her gün azıcık yiyip koşa koşa çıkıyordu evden.
Salı sabah 7.45'te Francois'ı
toplayıp çıkışımıza başladık. Yukarıdan da Neil ve Geeta'yi
aldık ve ver elini Mussoorie. Ama öyle kolay olmuyormuş. Yol
çooook dik. İnsafsızca dik. 7Km boyunca iflahımız kesildi. Ben
de artık bayağı acıktım ve bir şeyler yemem lazım dedim. Onlar
kahvaltı yapmış. Ben yapmadığımdan kazınmaya başladım. Saat
de 10'u geçmiş zaten.
Tam da bunu dedikten 5dk sonra harika
bir kafe çıktı önümüze. Şimdiye kadar ormanın içinde yanlız
yanlız yürürken bir anda bir köye vardık ve bu Halfway Cafe'yi
bulduk. Önce dışarda oturduk ama yiyeceklerimizi çıkarınca,
lütfen içeri geçin dediler. Niye dedik, maymunlardan dolayı
dışarda yiyemezsiniz dediler :) Hayatı çevreye göre düzenlemek
gerekiyor. Kafenin yukarısı da çok şekermiş. Araba konseptli
değişik bir yer burası. Oturduğum en güzel yerlerden.
Sütlü kahvelerimizi ısmarlayıp
(maksat bir şey istemiş olmak için, yoksa ben çayımı içicem)
çıkınlarımızı açtık ufak ufak. Ben iki sandviç ve bir dolu
termos çayla geziyorum. Peynir ve zeytinli sandviçimi çayımla
afiyetle yerken, önümüze sıcak süt geldi. Önce şaşkın
bakakaldık. Biz aslında kahve istemiştik ama süt geldi. Sonra
yanındaki minik poşetleri gösterip, kahve burada dediler. Hmm
değişik dedik. Neyse iki mini poşetten çıkan tüm kahveyi
boşaltıp tadına baktım ki, abboovv şeker dolu bu. Süte de şeker
katmışlar yani. On numara beş yıldız sütlü kahve
anlayacağınız. Önce sandviçimi yiyip üstüne de kahveyi tatlı
niyetine içtim. Ne yapayım :)
Karnımız doyunca şöyle bir kaç
tane fotoğraf çekip, mutlulukla tekrar düştük yola. Açken sen
sen değilsin demiş üstad. Bu noktadan sonra yürüdüğümüz
yerler genelde yol kenarı oldu ancak. İlk başlarda çok kalabalık
değildi ama sonra sonra epey kalabalık olmaya başladı. Yol
kenarından yürümek hiç de keyifli değil ama yapacak bir şey
yok. Bu arada toz inanılmaz. Nefes alamıyorsunuz. Maske asıl
burada lazım.
Yürüyeceğimiz
yolun kaç km olduğunu kimse bilmiyor :) biri 15 diyor biri 19. Ben
dün baktığımda ise 12 diyordu. Yolun yarısı kafeye göre ise
14km. Haydi bakalım kim tutturacak derken, kafe tutturdu.
Mussoorie'ye
vardığımıza varacağımıza pişman olduk diyebilirim ama. Korna
korna korna aman yarabbim. Ne kalabalık ne beter bir yer. Önce
hemen buradan kaçalım diye bir yola saptık ama Geeta açım ben
yemek yemek istiyorum dedi, geri döndüş ve o kornalı merkezde
Francois'nın daha önce yemek yediği otelin restoranına oturduk.
Sadece hint yemekleri yapıyorlar. Benim ağız tadım geri
döndüğünden hiç bir yemeği yiyemiyorum menüdeki. Dolayısıyla
sadece zencefil çayı istedim. O mübarek de zehir gibi geldiğinden
onu da içemedim. Bizimkilerin yediği yemeklerin renkleri ve
kokuları beni benden aldı. Onlar yerken ben çıkıp dolaşayım
desem dışarısı daha felaket. Neyse sonunda bitirdiler yemeklerini
de kalktık. Tabii o arada ben acıktım ama olsun. Biraz kuruyemişle
geçiştirdim. İlk hafta ne güzeldi. Her şey lezzetli geliyordu.
Normale çabuk döndüm.
|
Gandhi heykeli |
George
Everest'in evini görmeyi çok istiyorum ama Geeta, ben yoruldum daha
fazla tırmanamam dedi. Oysaki 5km ve tırmanış değil. Bir iki
taksi sorduk, onlar da bizi dütmeye kalkınca, dükkanlara doğru
yürüyelim dediler. İyi dedim ne yabayım. Yürüdüğümüz yollar
hep çarşı pazar ama hiç birinde bir tane düzgün bir şey yok.
Hepsi saçma sapan şeyler. Eminönü'nde sokakta satılan şeyler
gibi hepsi. Arada bir iki tane düzgün dükkan vardı o kadar. Hiç
bir şey almadım ben. Hatta koca kitapçıda aradığım kitaplardan
birini bile bulamadım. Neyse kısmet başka zamana.
Sonra
herkesin kahve ihtiyacı tavan yapmış olduğundan Cafe Coffee Day'i
görünce ışıldadık bir anca. Girdik ve kapuçinolarımızı
söyledik. Çok keyifli bir sohbetle güle eğlene içtik. Milletin
karnı doydu ya keyifler yerinde. Ben de kahvaltıdan kalan yarım
sandviçimi yedim, oh mis oldum.
|
Mussourie sokakları |
O
dükkan senin bu dükkan benim derken saat 5 olmuş. Taksi durağına
gelip taksi istedik. Yolda da yukarıdan gördüğümüz, koccaman
kıpkırmızı Shiva tapınağından kısa bir durak yaptık
meraktan. Sonr aver elini Rajpur. Marketin orada indik. Herkes çil
yavrusu gibi dağıldı burada.
|
siyah yüzlü maymun |
Günün
sonunda yaklaşık 20 km yol yürüdük, 1160m çıkış yaptık,
bolca toz soluduk, değişik ağaçlar ve siyah yüzlü maymun, bir
tane downhill bisikletçisi gördük. Yorulduk, eğlendik güldük.
Sonra
eve gelir gelmez yine kendimi duşa attım. Sonra her akşam olduğu
gibi zeytinlerimi kaseye koyu, çayımı alıp yemeğe gittim. Bizim
Japon Yuki de zeytini çok seviyor. Ben de yemekleri yiyemediğimden,
pilav ve çapati ile zeytin yiyip çay içiyorum. Bir haftadır akşam
yemekleri bu şekilde. Karbonhidrat manyağı olacağım.
Yemekten sonra Linda'ya hoşçakal
dedik. Yarın Rishikesh'e gidiyor kendisi. Benim plan halen aynı
dedim soranlara. Sonra odama geldiğimde şu uçuşa bir bakayım
dedim ve ne göreyim, uçuş iptal.
İndigo bütün uçuşları
iptal etmiş İstanbul'a.
Hassiktir. Hah şimdi zıçtım dedim.
Çünkü THY de dün iptal etmişti uçuşları, sistemde hiç uçuş
görünmüyordu. İşte telaşlanma sırası şimdi bana geldi.
O arada Ozan yazdı Insta'dan, onlar da
Rishikesh'telerdi ve thy ile 28 Mart'a olan uçuşları iptal
edilmiş. Benim indigo onların thy uçuşlar iptal. Haydi hayırlısı.
THY'nin sistemi karıştırırken bir
baktım, 19'una uçuş konmuş. 20'sine yok ama 19'una var. Hooop
deyip hemen aldım bir Delhi İstanbul bileti. Sonra da Ozan'a
yazdım. Hoop onlar da almışlar. Aynı uçakla dönücez.
Ama benim
bir de Dehradun Delhi bileti almam lazım. Bunu üç saat boyunca
başaramadım. Bir türlü bankadan gelecek olan smsler telefonuma
düşmüyordu. En sonunda en olmadı yarın Linda ile Rishikesh'e
gider oradan Ozan'larla giderim dedim ve bıraktım. Sonra gece 12
gibi bir daha denedim ve bu sefer alabildim Air İndia ile Dehradun
Delhi biletimi. Biraz ara vermek ikimize de iyi gelmiş :D Air İndia
ile almaya çalışmamın sebebi, bunların Terminal 3'e iniyor
olması. Gelirken yaşadığım terminal aktarma faciasını tekrar
yaşamak istemiyorum. Neyse bu biletimi de aldığıma göre artık
bir çay içebilirim. Sonra ablama yazdım tüm macerayı. Şu ana
kadar olam erteleme, iptal vs bir şey dememiştim henüz. Aslında
kimseye demedim. Çünkü ortalıktaki konuşmalardan zaten çok
yoruluyor insan. Sonra ablamla uzun uzun görüntülü görüşme
yaptık. Yattığımda saat 2'ye geliyordu.
Yarın Francois ile
Dehradun'a gideceğiz. 20 gündür burdayım, daha şehri görmedim.
Zaten artık son şansım.
|
Dehradun |
Sabahtan bizim Sanah ayrıldı, o da
Kalkata'daki evine varma derdinde. Sonra ben de biraz yatak keyfi ve
bolca kahvaltıdan sonra İsa'yı da ikna edip, Francois ile üçümüz
Vikrama binerek çok sesli Dehradun'a gittik. Aman yarabbim ortalık
kaynıyor. Benim asıl amacım fabindia isimli mağazaya gidip
kendime ciciler almak. Çok ünlü bir mağazaymış burası. 11'de
açtıklarından biraz bekledik ve sonra dükkana girdik. Amaniiiin
aklım çıktı. Her şey çooook güzel. Evet pahalı ama çok
güzel.
Elbiseler, etekler, buluzlar,
pantolonlar, ev eşyaları, bardak tabak, kap kacak çay vsvsvsv.
Aklım gitti.
Kendime bir elbise, bir bluz ve bir
pantolon aldım fabindia'dan. Yatak örtülerinde çok aklım kaldı ama büyük
olduklarından taşıması zor geldi. Havaalanında da varmış belki
oradan alırım dedim. Sonrasında Francois'nın baharatlarını
almaya geldi vakit. Hanuman Chowk diye bir yer varmış, telefondan
neresi olduğunu bulup, onunla koştura koştura yürümeye başladık.
Sonra bir caddeye girdik ki amanın. Gerçek İndia welcomes us. Sağ
sol her yer ama her yer dükkan. Her şeyin satıldığı her çeşit
dükkan var. Bu caddenin sonu da Hanuman Chowk. Ancak öyle yakın
değil. Bizim hızlı yürüme çabalarımızla 20 dk sürdü
gidişimiz. Bir de dönüşü var.
|
Dehradun çaşıları |
Motorlardan yürüyemiyorsunuz.
Kaldırım zaten yok. Azıcık olanında da dükkanlar serilmiş ve
başka insanlar veya başka şeyler.
Sonunda aradığımız baharatçıyı
bulduk. Francois beşer onar paketler halinde aldı alacaklarından.
Benim yanından geçmeyeceğim bütün dehşet kokulu baharatları
aldı yani.
Sonrasında da hızlı bir dönüşe
geçtik. Yine 20dk yürüyüp bir vikram bulup bindik. O cücük
kadar vikramlara 8 kişi almaları ise tam bir felaket. Normalde
benim ölçülerimde iki insanın, insani şekilde yanyana oturacağı
alana dört kişi oturuyoruz. Siz düşünün yani. Vikramdaki sekiz
kişilik halimizin fotosunu çekmek istedrdim ama bu şartlarda pek
mümkün olmuyor ne yazık ki.
Eve gelince cicilerime tekrar bir bakış
atıp çantamı toparladım. Çok acıkmış olduğumdan peynir
zeytin ekmek tıkaladım. Arada taksiyi ayarladım. Sonra duşumu
alıp çantayı kapattım derken zaten saat 5 olmuştu. Phem geldi ve
yollar ve yolculuklar tekrar başladı.
|
mini uçağımız |
Yaklaşık bir saat sonra Dehradun
havaalanına vardık. 1020 rupilik borcumu ödeyip, biletimi gösterip
içeri girdim. Yolcu olmayanlar havaalanına hiç giremiyor
Hindistan'da.
|
kanataltı manzarası |
İçeri girdikten sonra, gideceğiniz
havayoluna göre, checkin bagajlarınızı xray cihazından geçirip
güvenlik etiketi takılması gerekiyor. Sonrasında checkin
yapabiliyorsunuz. Bunları yaptıktan sonra içeri girdim ve uçağa
tam 1 saat 45dk varken kapıda uçağı bekliyordum. Kapı dediğime
bakmayın. Çok ufacık bir havaalanı burası ve tek kapı var
zaten. Sadece ufak bir bekleme salonu var tüm uçakların yolcuları
için.
Otururken bir anda önümden bizim
Amerikalı Steve'in geçtiğini gördüm. Baktım ki Steve ve Mike da
burada. Gittim konuştum ki aynı uçakla gidiyormuşuz Delhi'ye
zaten :D Sonra onlar gece 2.30 uçağıyla Şikago yolcusu, ben sabah
7 uçağıyla istanbul ve henüz saat 19.15.
|
Costa Cafe |
Delhi'ye 40 dk lık bir uçuş
sonrasında indik. Bagajı vs de aldıktan sonra gidişi bulup
checkin yapma şansımı denedim ama ne yazık ki gece 2'de checkin
başlıyormuş ve içeri almadılar. Domestic Arrival'da kaldım.
Uyumalık bir yer var ama oda kalmamış. Sonra bir oda var vs
dediler. Girdim baktım ki, yataktan birisi yeni kalkmış görünüyor,
tuvalet de kokuyor. Girmedim vazgeçtim. Costa kafeye gelip, en
büyüğünden kahve alıp, bir sandviç yedim. Sonra da
açtım bilgisayarımı yazmaya başladım.
An itibariyle saat gece yarısını 20
geçiyor. Yazarken vakit super geçiyor. Yazmak çok zaman alan bir
şey diye de bakabiliriz duruma tabii. Kafedekiler tam iki buçuk
saattir ne yazdığımı merak ediyor olmalılar. Temizlikçiler
burayı silmeye başladı. Birazdan kovalayabilirler. Sıkıntı yok.
|
wc kadın erkek işareti bu foto |
|
Yanlız seyahat etmenin tek kötü yanı
çişe giderken eşyalarınızı da götürmenizin gerekmesi :(
Ben bunları yazıp bilgisayarı
kapattıktan yarım saat kadar sonra telefonum çaldı +91 li bir
Hindistan numarası, hayırdır inş, deyip açtım, alo ben ayten,
karşıdan alo ben Ozan. Eneee doğru ya bizim Ozanlarla aynı uçakta
gidiyorduk biiizz. Üst katta bekliyorlarmış onlar da yine Costa
cafede. Toparlandım yukarı çıktım. Heyyoo.Ozan, Esra ve
yanlarında Cansu diye başka biri var. Rishikesh'ten araçta beraber
gelmişler. Muhabbet muhabbet muhabbet. Nelerden konuşmadık ki. Şu
anda hiç bir şey hatırlamıyorum ama insanın tanıdığı
birileriyle karşılaşması çok güzel oluyormuş.
Hem de Kaş'tan
dostlar, daha ne olsundu. Beraberce geyikleyecerek 2 saat daha
bekledikten sonra THY checkin'i açıldı. Biz hepimiz checkin
yapmıştık sadece bagaj vereceğiz. Bu sayede o mlerce uzun kuyruğa
girmemize gerek kalmadı. Çantalarımızı da verdikten sonra içeri
girdik ve yaşasın özgürlük. Biraz dolaştık ettik ama Delhi
havaalanı bana anlatıldığı gibi kocaman, içinde sebil sepet
dükkanların olduğu bir yer gibi gelmedi. Tam tersi inşaat halinde
bir ortam var. Her yerde kapatılmış, çevrili alanlar. Gece yarısı
olduğundan bir iki tane barın mutfağı çalışmıyor. Ben de
Dominos yemek zorunda kaldım. En son bu zincir mağazalardan
birinden ne zaman pizza yediğimi hatırlamıyorum bile. Pizza da çok
kötüydü. İçine krem peynir krema ve mayonez arası bir şey
koymuşlar. Yenebilirlikten çıkmış ama açlık öyle bir vurmuş
ki zar zor sağından solundan kemirdim. Ve yanında SevenUP içtim,
olacak şey değil ama oldu. Sonra ufaktan ufaktan kapımıza geldik.
Baktık ki Pilot abilerimiz de bekliyorlar kapıda. Sonra host ve
hostesler göründüler. Okul çocukları gibilerdi. Birisi bir şey
almış diğerlerine gösterdi anlattı, onlar da grup halinde koştur
koştur gidip aldılar o şeyden, o neyse artık.
|
:) |
Ama her şeyden öte yurtdışı
dönüşlerinde THY uçağını ve personelini görünce bana bir
ferahlık, bir rahatlama bir mutluluk geliyor. O andan itibaren
kendimi emin ellerde hissediyorum. Bizim pilotlar yapar şeklinde bir
güvenim var. Çok yerli yerinde bir güven olduğunu biliyorum.
Bunun da güzelliği başka. Belki sık ve uzun seyahat ettiğimden
evimi çok özlüyorum ve ondan oluyor bilmiyorum ama her seferinde
bu hislerle gidip onlara sarılasım ve teşekkür edesim geliyor.
İyi ki varsınız sevgili THY ve tüm çalışanları.
Bu arada gün geceye döndü, tarih 18
Mart'tan 19 Mart oldu, saat de neredeyse geldi. 06.55'te uçak saati.
6 gibi almaya başladılar ve zamanında havadaydık bile. İlk bir
saati hatırlamıyorum bayılmışım sanırım. İki koridorlu
kocaman uçağımızda 14K nolu koltuktayım. Ortamız boş, koridor
tarafında bir abla teyze var. Hintli gibi görünüyor ama kimbilir.
Onlarınd yurtdışında yaşayanları bambaşka görünüyorlar.
Bir buçuk saat kadar sonra kahvaltı
servisinin sesleriyle uyandım baygın uykumdan. Peynir zeytin ve
çayla kahvaltımı yaptım. Sonra baktım uyku yok zaten hava da
gündüz uyunmuyor ben de bir film seçtim seyretmek için. Ve gelsin
'Ford vs Ferrari'. Ford'un GT40 ile Ferrari'yi alt edişinin filmini
yapmış Amerikalılar. Güzel yapmışlar hani ama bitişi iç
yakıyor. Hayat gibi gerçek ve hem tatlılı hem acılı.
Bu bitince başka ne seyretsem diye
bakarken Adams Ailesi'ni gördüm. Ahahaha hastasıyım bu
manyakların. Onu da seyrettim. Derken arada peynirli sandviç geldi.
Oooo alırım bir dal, ve tabiki yanında bir de mini şarap aldım.
Oh şimdi keyften keyfe coş. Harika film, güzel peynirli sandviç
ve bir kadeh güzel kırmızı şarap. Arada öldüm de cennete mi
gittim yine yaw. Bazı bazı kimi zaman böyle hissettiğim çok
oluyor. Çok da güzel oluyor.
Arada 'cabin crew prepare for landing'
çağrısını duydum. Enemmm dedim. Gerçekten geldik. Bu arada
havaalanında neler olacağını çok merak ediyorum. Karantina vs
bir sürü şey duyuyorum. Bizim geldiğimiz Hindistan'da henüz çok
bişi yoktu ama kimbilir.
Bir form koymuşlardı yanıma Covid-19
ile ilgili bazı sorular vardı. Son 14 günde seyahat ettiğiniz
ülkeler, şu belirtileri gösteriyor musunuz veya gösteren birinin
yanında bulundunuz mu vsvsvsv.
Nein hayır no diyerek doldurdum. Sonra
uçaktan iniş, pasaporttan geçerken formu verdim ve bagaj almaya
geçtim. Ortalıkta kimse yok. Hatta bizimkiler de yok. Uçağın
%95i aktarmaymış yine. Biz üç beş kişi inmişiz. Belt de
neredeyse boş dönüyor. Bu arada ben hala şaşkın kimse bir şey
sormadı etmedi, öyle geçtim diye. Zaten pasaport da bomboştu
kimse yoktu. Anlayamadım valla. Derken bizimkiler geldi, onların
bagajlar sarılı olduğundan oversize bölümünden geldi. Derken
15dk olmadan dışarı çıkmış taksiye doğru yürüyorduk. Yollar
da bomboştu.
Ve 19 Mart 2020 Perşembe günü saat
12 olmadan eve gelmiştim. İnsan bir süre inanamıyor. Anahtarı
açtım eve girdim. Çantalarımı kenara koyup kombiyi açtım. Oh
çalışıyor. Sonra bir oturdum, biraz şaşkın çokça mutlu.
İnsanoğlu kuş misali... Daha dün nerdeydim ben ne yapıyordum bu
saatlerde, Dehradun'un o kalabalık ve enteresan caddesinde Francois
ile baharatçı aramıyor muydum, yoksa kendime fabindia'dan elbise
mi deniyordum? İkisinden biri işte :) hayat enteresan ve güzel.
Sonra bakkaldan ekmek, yoğurt vs
ısmarladım. Yemek yerken iki kere uyuyakaldım. Kendimi zorlayarak
kaldırdım ve duş aldım. Daha fazla dayanamayarak 5 gibi girdim
yattım. Ertesi gün 9'a kadar deliksiz uyudum. Uyandığımda gün
hangi gün acaba diye meraktan telefonun takvimine baktım.
Evet gün devrilmiş gece olmuş, gece
kalkıp gündüz olmuş. Gün ertesine kavuşmuş ve tüm dualar
gerçek olmuş.
Hoşgeldimm.
|
Mussoorie'de güzel oteller var |
|
Mussoorie dönüşü kırmızı tapınak |
|
Rocky ile vedalaşıyoruz |
|
Francois baharatlarının hazırlanmasını bekliyor |
|
THY Delhi-Ist uçuşundan manzaralar |
|
Halfway cafenin araba konsepti 1 |
|
Halfway cafenin araba konsepti2 |
|
ne kaa kaldı? |
|
Mussoorie trek'ten manzaralar |
|
Mussoorie trek'ten manzaralar |
|
Mussoori'de ünlü kitaplık |
|
Mussoorie'den manzaralar |
|
Mussoorie kitapçılarında Elif Şafak |
|
Mussoorie'den manzaralar |
|
Bir sağanak esnasında biz Alpine Restorana sığınmışken, sırayla ben, Katerina, Francois, Marina ve Yuki |
|
Alpine Restorandan manzara |
|
yağmurda eve yürüyüş |
|
yağmurda eve yürüyüş |
|
leyleklerin göçü |
|
biber ve limon- uğur getirdiğine inanılıyor |
|
dışarda ders yapan Yog Ganga öğrencileri |
|
Şelalelere yürüyüşten manzaralar |
|
Şelalelere yürüyüşten manzaralar |
|
Şelalelere yürüyüşten manzaralar |
|
Şelalelere yürüyüşten manzaralar |
|
Old Rajpur'da akşam |
|
Mussoorie yürüyüşünden manzaralar |
|
Mussoorie yürüyüşünden manzaralar |
|
Mussoorie yürüyüşünden manzaralar-halfway cafe |
|
Mussoorie yürüyüşünden manzaralar |