Eeee Cuma gün o kadar tırmalayıp gidemeyince, 15 saat boyunca daralımlardan bunalımlara koştum. Sıkılhan'la Bunalgül yanımda olsalarda onları sağlam daraltır bunaltırdım :) Ama sonra Cumartesi günü artık ben bile kendimden sıkılınca, aaa yeter yaa öff bu ne deyip, bisikletle Rumeli Feneri'ne gitmeye karar verdim.
Karar vermekle kalmadım, bir önceki gün hazırladığım çantamdan bisiklet şortumu kaskımı vs çıkardım giyindim hazırlandım. Fekaaaat önemli bir ayrıntı var ki bisikleti kontrol etmemiştim. Bir de baktım ki iki teker birden inik. Ama o kadar giyinmiş hazırlanmışım, yılmadım. Destek kuvvetlerinin de yardımlar ile lastikçiye gidip tekerlere 65 bar hava bastık. Ooooohh havamızda yerinde, artık yola çıkabilirim.
Pedalladım rrrrnn rrnn diye, tabii dakka yedi, bizim evin yokuşunda indim elimde çıkardım bisikleti. Ama be ya o yokuştan ben bile çıkarken zorlanıyorum bisiklet ne yapsın :))
Sonra Palanga Caddesinden doğru indim Ortaköy'e veee sahil yolundan ver elini, Rumeli Kavağı.
Ohh orda güzel bir kaç bardak çay ve bir tost, gurulduyan karnıma ilaç oldu :) Sonra artık tırmanma vaktidir diyerek çıktım tekrar yola.Kavak'tan Fener Yolu'na doğru o caanım yokuştan doğru, bas pedala bas pedala ama öyle bir an geldiki artık basamıyom pedala. Yahu 0'dan 223 metreye bu kadar kısa yoldan çıkıyor olmak demek zaten bu yolun ne kadar dik olduğunun güzel bir ifadesi. Ancak benim GBI turundan bu yana da doğru düzgün bisiklete binmemiş olmamdan ötürü, bacak kaslarımın bazı zorlanmaları unutması da mevzu bahis. Ama tek olay benim antremansız kalmam değil. Dönüşte bu yoldan inerken de dikliğinden ötürü biraz tırsıkcan şeklinde indim. Yusuf kardeşe seslendim ve frenlerime yeterince ilgi gösterip göstermediğimin telaşını bırakarak, diskleri gıcır gıcır öttürerekten indim.
Ama ben daha Fener'e varmadan inişe geçmişim yazarken, olmaz di mi :)
Neyse elde bisiklet Fener Yolu'na vardıktan sonra, hooop atladım seleye, kilitledim pedalları vee bundan sonra ki irili ufaklı yokuşlar mı korkutacak beni dedim. Netekim giderken korkutan birşey olmadı köpeklerden başka :) Ormanlık alanda onlarsız olmuyor haliyle. Onlar heyecanla havlarken ben de heyecana kilitleri açıp indim tabii ki.
Neyse sonuç olarak Fener'e şahane bir iniş gerçekleştirdim. Haliyle 223m'den 0'a iniyorum (bunun çıkışı da var ama bunu şimdi düşünmüyorum :D) Endomondo kayıtlarına göre bir ara 45km/h'e çıkmışım ki, bunun farkında olmadığımı söyleyeyim. Yol bilgisayarımın arkadaşımda kalmış olmasından ötürü, bunları ancak sonrasında Endomondo kayıtlarından görebiliyorum. Endomondo ne ki diyorsanız, google babaya sorun diycem.
Ohh sonuç olarak vardım Fener'e. Tabii ki oturdum, bir çayını sodasını suyunu içtim. Gelen geçen motorları seyrettim ve hey gidi günler ben de gençliğimde buralara motorla gelirdim diye iç geçirdim :))
Sonra saatin 5 olduğunu farkedip, farı da evde unutmuş olduğumdan orman içinde karanlıkta kalmayı istemediğimden, hemen kalktım ve yola koyuldum. E dönüş yolu da bolca çıkışlı idi haliyle. Bir de biraz dinlendikten sonra olması bunların biraz zorladı haliyle ama o kadar güzzel kokular vardı ki hava da, sonbaharın sarı çiçekleri missler gibi salıyorlar ağularını. Derin derin nefesler çekerek ciğerlerime doldurduğum oksijen ve muhteşem afrodizyak kokular, damarlarıma kan, kaslarıma enerji oldu.
Sonra o ünlü yokuştan Kavak'a indim. Ormanda epey üşümüştüm ama çıkarıp da üstümü giymeye üşenmiştim. Kavak'ta ise artık giyinme vakti idi, biraz geç olsa da. Yoldaki balıkçıların, 'midye tava buyrun buyrun' davetlerii üzülerek reddetmek zor geldi hani. Saat 6 olmuş ve daha Kavak'tan sonra da ışıksız yollardan geçeceğim için en azından güneş batmasına yakın Sarıyer'de olmayı hedefliyordum ve oldum da.
Midye tavalara üzülerek hayır dedim ama o akşam süper bir yemek organizasyonu yaptım. E hal böyle olunca da Sarıyer'de mola verip midemi bastırsın diye sütlü kahve ile idare ettim.
Akşam ise, tahmin edeceğiniz üzere, terli ve kirli halimle, ayrıca üzerimde bisiklet tayt ve şortu, takoz ayakkabılarım, sırtımda rengarenk ve bir sürü şey yazan GBI formamla Beşiktaş'ta nadide balıkçımıza oturduk ve masamızı gönlümüzde doldurduk. İnsanı gözü doymalı önce valla. Daha yarım saat geçmemişken masadakileri yiyemeyeceğimizi anladık ama napalım, kediler beslenecek demektir bu da :)
İşte böyle sonuç olarak 51,5km'lik güzel bir yol yapmış biraz yorulmuş, arada bir öküzden bozma sürücü ile dalaşmalarımı saymazsam, çok güzel bir gezi yapmış oldum.
Bunu yazdım 1; o yokuş benim hedefim olacak. Antreman yapıp gidip gidip orayı çıkmayı deniycem. Psikopata bağlıycam anlayacağınız :)
Bunu yazdım 2; çıkışı bu kadar geçe bırakmayacağım ki, o midyeleri yiyebileyim (gördüğünüz gibi, horoz ölür gözü çöplükte kalır :D)
Son Sumer Kraliçesi - Yaşamı ve eserleri
-
31 yıl boyunca 74 bin çivi yazılı tableti okuyup çevirdi.
Bugün İstanbul Arkeoloji Müzelerindeki Sümer, Hitit ve Akad tabletlerinin
tümü üzerinde çalış...
2 gün önce
0 yorum:
Yorum Gönder