9 Aralık Pazartesi
Dün akşam Martin'le
yeşil çay içip ertesi gün ne yapalım diye konuşmuştuk.
Yaklaşık iki gündür hiç uyumadım çünkü. Sabah 8'de buluşalım
diye anlaştık. Benim evin önündeki teras gibi olan alanda
yapacağız çalışmalarımızı.
Gece pek uyuyamadım. Çoook
soğuktu ve iki tane, ince battaniyemtırak şeyler yetmedi. Yanımda
ne varsa giyindim ama uyumak çok zordu. Bir de yatmaya gittiğimde
bizde saat daha 8'di, nereye uyuyorsun. Kalkmak da bayağı zor oldu
7.45 bizim 3.45 imiz oluyor çünkü bu seferde :)
evim |
Neyse sabah bir çay içip
(tabii ki yeşil. Nasıl unuttum ben çay almayı yanıma :()
Başladık ısınma hareketleri ile. Belleri kıvırmalar, boyunları
esnetmeler, belleri esnetmeler falan ama hiçbiri aşırı değil.
Tüm hareketler mini mini, yavaş yavaş. Öyle acılı ağrılı
bişi yok. Olmaması da lazımmış.
Sonra ısınmalar bitti.
Bir nefeslendik sonra gelsindi Qigong. Aahahaha bu tam benim işimmiş.
Şahane bişi. Her şey çok yavaş ve nefes kontrollü. Aşırılı
değil, zorlamalı değil, doğal hallerinde. Ama çok iyi geliyor.
Herkese her sabah yaptırmak lazım bence bunu :) Hareket serisini
hatırlamak zor olabilir, o da zamanla olur. Bir gün kendimi
yaparken kaydeder ve koyarım :)
Fakat Qigong değişik
bişi o formda durmak sanki çok doğalmış gibi görünüyor ama
zor. Bacaklarım şişti kaldı. Tabii doğru yapması da kolay
değil. Dışardan baktığından, ne var ya bunda dersin. Haklısın
da ama sen yaptığında bir sürü yanlış oluyor. Bunları
düzeltmesi vs iş. Tabii önce yanlışı anlamak mesele,
senkronizasyonsa apayrı bir mesele. Meğersem bir ko sağa düşerken
diğerini sola düşürmek harbi işmiş :) Kol kaslarım, omuz
kaslarım yanıyor tabii bunları tekrar tekrar yaparken. Yandım
anam yandım yani. Ama hocam Alman acıması yok, yola devam.
Merak edenler için
olduğum yerin Here&Now ın linkini koyuyorum buraya. Isınmanın
değil ama Qigong ve Tai Chi videoları var orada, seyredebilirsiniz.
Benim kollar bacaklar
yandıktan sonra, saat artık olmuştu 10.30.
Burada kahvaltı tam bir
muamma. Benim için tabii. Çünkü Martin kahvaltı yapan bir insan
değil. Meyveli yoğurt ve meyve ile idare ediyor sadece akşam
yemeği yiyor. Thai arkadaşlar da normal akşam ne yiyorlarsa onu
yiyorlmış falan. Martin bana onlarla yiyebileceğimi söyledi ama
tofu, tavuk, pilav falan sabah sabah ben yiyemem ki. Meyveyle de
yapamam. Neyse ki gelmeden Migros'tan peynir ve zeytin alıp çantama
atmıştım, resmen hayat kurtardı. Siyah çay yok ama olsun. Peynir
ve zeytin var ya :) Ron da (Martin'in karısı) benim için ekmek
yapacak böylece anlaştık. Ben de yeşil çaylı kahvaltımı
yapacağım. Biz dersi bitirdikten sonra söyledi Martin, Ron ekmeği
pişiriyordu, hazırdır belki diye. Yuppii diyerek onla beraber
yukarı çıktım. Evet Ron pişirmişti ama ekmek pişmemişti. İçi
halen hamurdu, tekrar koyduk fırına ve yarım saat daha pişirdi.
Sonra oldu. Birazda domates vs alıp ekmeğimle evime indim ve
kendime peynirli zeytinli kahvaltımı hazırladım. Oh miss gibi
oldum :)
Eveeet buradaki asıl
konulardan birine gelelim, SICAK SU YOK. Hiç mi yok, hiç yok. :)
Harbiden hiç mi yok diye sordum. Hiç yokmuş. Ondan ötürü buraya
varır varmaz saat kaç olursa olsun bir duş alır rahatlarım
hayalimi gerçekleştiremedim. Çünki gece çılgın gibi rüzgar
esiyor ve su çok soğuk, evin her yeri de rüzgar alsın diye açık
yapılmış. Bu serin hava burada çok çok ender bir durummuş Çok
uzun zamandır yağmur yağmıyor ve Aralık kış ayıymış. Ama
gündüz 30 dereceymiş. Evet gündüz ısındı ama öyle de yakmadı
yani. Ayrıca durmayan bir kuzey rüzgarı ben sürekli bir polarla.
Zaten bir tane getirmiştim üstümde forma gibi oldu.
Hani şu konfor alanı
denen şey var ya. Buyrun ondan yakın burada, gece çatınızda
koşturan hayvanların ne olduğunu merak ederken :)
Ben evde yanlız
kalıyorum. Martin'lerin evi yukarda. Bağırsam duyulmaz yani. Aama
bağıracak bir şey yok merak etmeyin. Kamp yapmaya alışkın biri
olduğumdan pek takılmıyorum gece gelen seslere. Daha çok önümdeki
karanlığa bakarak. Yazıyorum okuyorum, dansediyorum. Terasımda
taraçamda :) Kimseler yok, müziği istediğim kadar açıyorum.
Hayvanlar da kusura bakmasınlar, biraz da onlar bana katlansınlar.
Bütün gece ben onları dinliyorum. Aslında pek dinlemiyorum. Kulak
tıkaçlarımı takıp yatıyorum :)
Kahvaltıdan nerelere
geldim. Yazacak çok şey var, hem de çok. Afrika'da da böyle
olmuştu, yanlız olunca, konuşamayınca yazıp yazıp durmuştum.
İlk banyo maceramı
anlatayım. Martin, Thai arkadaşların genellikle öğleden sonra
yıkandıklarını çünkü suyun ılık olduğunu söylemişti. Suyu
kontrol ettim, bu rüzgarda benim için yeterince ılık değil. Ne
yapayım koydum kettle'a çeşmeden su. Canım kettle, buradaki en
sevdiğim alet :) Üç kere su ısıtıp koyduğumda yeter gari
dedim. Banyodaki suyla da ılıtınca yetti zati. Neyseki hava halen
sıcak. Zaten bir saat sonra da bugünkü ikinci dersimiz var.
Isınmak kelimemi, bacaklarım yanayoo.
Bugün ikinci derste yien
ısınma ve Qigong yaptık, Tai Chi yapmadık. Onu yarına sakladık.
Aslında benim uykusuzluğum ve yorgunluğumdan ötürü. Ama zati
Qigong denen şey tai chi'deki bir sürü hareketin çoook yavaaaş
hali. Ders bitince de beraber yukarıda Martin ve Ron'un evine
çıktık. Asıl mutfak orada. Pişirme taşırma işleri orada
oluyor. Ron, becerikli bir aşçı. Bize haşlanmış pirinç
üzerinde,sebzeler ve acı biberle kavrulmuş tofu, onun üzerinde de
bir tane yağda pişirilmiş yumurta konmuş bir tabak getirdi. Ha
bir de salatalık var kenarda, soyulmuş ve doğranmış. Neyseki
tofu mini mini doğranmış da pek tadını almıyorsunuz. Ben köri,
tofu ve kişnişi eve sokmayan biriyim. Kişnişe asla diyen, köriye,
öleceksem azcık yiyim bari diyen, tofuya da kaçınılmazsa zevk
almaya bak diyen biriyim. Şimdi bu ve bundan sonraki akşam
yemeklerindeki olayları seyredin.
KİŞNİŞLİ KÖRİLİ
TOFU. Arasam bulamam. Şaka değil. Gerçekten ikinci gün akşam
yemekte bu vardı. Hayat bazen benle öyle bir dalga geçiyor ki, ben
espriyi anlayana kadar, soğuyor :(
Bu arada yemeği yerde,
bağdaş kurarak yiyorsunuz. Benim bacaklar taş gibi olduğundan bu
ara oturduğum yerden kalkamıyorum. Bağdaş kurarken zor oluyor,
kurduktan sonra da çözemiyorum.
Neyse iki kat halde yemek
yemeyi de öğrendim. İnsan her şeyi öğreniyor.
Burada güzel olan,
Taylarla beraber onlar gibi yaşıyor olmak. Onlar gibi oturuyor,
yiyor, içiyor, yıkanıyor ve uyuyorum. Yemeklerde biraz sıkıntı
çektiğim doğrudur. Arada yaptıkları bir şey var içine ne
koyuyorlar bilmiyorum ama dayanılmaz ekşi, garip, fena bir kokusu
var. Onlar yukarıda pişirken ben aşağıda fenalık
geçirebiliyorum. Vay be, Tai Chi eğitimi nelere kadirmiş. Bir anda
kendimi nerelerde neler yaparken buldum. Pişman mıyım, asla.
Sadece alışmaya çalışıyorum.
Blogu yazarken önce Open
Office Writer'da yazıyorum, sonra interneti Martin'den alıyorum
veya ben yukarı çıkıyorum ve sonra fotoları ekleyip öyle
gönderebiliyorum. Dolayısıyla bazen yazıyorum ve yayınlayana
kadar vakit geçiyor.
yukardan inerken evim |
Akşam yemekten sonra
götürdüğüm Türk Kahvesinden yaptım, içtik Martin'le. Tabii
cezve olmadığından, küçük bir tencerede yaptım kahveyi ve
haliyle büyük cam kupalarda içtik. Siyah çay ve herhangi bir
kahve türü olmadığından, iyi ki getirmişim bu kahveyi dedim
yine. Aslında bayağısağlıklıyaşıyoruz.com :) İstemeden de
olsa :D
Kahveden sonra çok geçirmeden kendi evime döndüm kafa
fenerimle. Bu arada Martin'lerin bir köpeği var ve bana her daim
havlayıp duruyor manyak hayvan. Neyse ister istemez alışacağız
birbirimize. Burada daha vaktim var.
Eve geldikten sonra
okumaya çalışırken gözlerimi açık tutmakta çok zorlandım.
Sonra cibi
nliğimi yatağın kenarlarına sıkıştırıp (ilk gün
yapmadımdı, bilmiyordum, içerdeki sivri ile geceyarısına kadar
uğraştım) kulak tıkaçlarımı da iyice takıp yattım. Dediğim
gibi gece yarısı tavanda koşturanlar, ötenler bağıranlar,
şenlik yeri gibi ortalık. Bir şey duymayınca da miss gibi
uyumuşum.
0 yorum:
Yorum Gönder